İktidarın sözcüleri ellerinin altındaki %95'ini kontrol ettiği ülke medyasının gücüyle akşam sabah beynimizi bombalarcasına kendi yalanlarını bize kabul ettirmeyedursunlar, gerçeklerin üstünü örtmeleri mümkün olmuyor, olamıyor. Zira bu kışın, elektriğe ve doğalgaza son gelen zamlarla daha da artacak olan yüksek enflasyon ve artan yaşam maliyetlerinden dolayı, emekçiler, emekliler, tüm sabit gelirliler başta olmak üzere toplumun büyük bir kesimi açısından çok zor geçeceğini belirtmek için dahi olmaya gerek yok.

Lafı uzatmadan söylemeliyiz ki, 2002'de AKP iktidara geldiğinde emekçilerin milli gelirden aldığı pay %30 civarındaydı. 2022 Türkiye'sinde ise bu oran %18'lere gerilemiş durumdadır...

Çok eskilere gitmeye gerek yok. İşletmelerde maliyetler son bir yıl öncesine göre %60 artmış olmasına karşın, işletmelerin karları %135 oranda artmıştır. Bu bile enflasyonun kime yaradığının açık ifadesidir...

Devam edelim. Dün açıklanan yeni politika faiz oranı bir puan daha düşürülerek %12 oldu. Bu bankalara devletin tanıdığı oran. Ancak herhangi bir sade vatandaş bankadan kredi alacağı zaman kredi faizinin asgari %30-35 civarında olduğu da bilenen bir gerçek. Özetle bankalar %12 ile devletten parayı alıyor piyasaya asgari %30-35 oranla satıyor. Aradaki ortalama %20 bankanın karı. Peki bu farkı kim ödüyor? Hazine. Hazine kim? 85 milyonunu birikimini yönetmekle mükellef devletin ilgili birimi. Kimin parası? Halkın parası. Bunun adı servet transferi değil de nedir? Bunun adı emekçilerin acımasızca sömürülerek onların haklarının kapitalistlere aktarıldığının en açık ifadesi değil de nedir?

Öte yandan dünyada savaşın tetiklediği enerji maliyetlerindeki olağanüstü artışların yanı sıra, iktidarın izlediği halktan yana olmayan ekonomi politikaları sonucunda devasa oranda artan döviz kurlarının yaşam maliyetindeki artışı bir krize dönüştürmüştür. İşte tam da bu nedenle emekten yana politikalar ve bu yöndeki mücadele sadece enflasyonla değil, aynı zamanda yaşam maliyeti krizi ile de mücadele etmeyi gerekli kılmaktadır...

Uzun sözün kısası, enflasyonla mücadele ve yaşam maliyeti krizinin kriz olmaktan çıkarılması mevcut iktidarla asla mümkün olmadığı çok açık bir realitedir. Ekonomik alan dahil her şeyi yeniden düşünüp tasarlamanın, enflasyonu düşürmenin yanı sıra, eş anlamlı olarak adil bölüşüme dayalı, etkin, verimli ve doğa ile uyumlu bir ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeyi hedefine alan bir programı uygulamak gerekiyor...

Mevcut iktidarla mümkün olmayan böyle bir programın bir geçiş ekonomisi anlamında, ''demokratik katılımcı bir ekonomi'' ve buna uygun eşit yurttaşlığı temel alan bir siyasal yapılanma tarafından yerine getirilebilir. Böyle bir ekonomik siyasal yapıyı inşa etmek için son yıllarda çok konuşulan Merkez Bankası dahil olmak üzere, demokratik bir devlet yapılanmasının merkezi kurumları ile birlikte, yerel yönetimler, belediyeler, komünler, kooperatifler, kolektif meclisler gibi toplumun tümünü içine alan bir örgütlenmenin inşası gerekmektedir.

Özetle ihtiyacımız olan şeyin, anti kapitalist, emek, insan, toplum ve doğa dostu, kadını güçlendiren, toplumsal cinsiyet eşitlikçi, farklı kimlikleri gözeten, eşit/eşdeğer yurttaşlığa dayalı, demokratik, barışçı bir ekonominin üzerine inşa edilmiş demokratik toplum ve demokratik siyaset olduğunu savunmak gerekiyor.