An itibarıyla bir papaz, bir asker ve çok konuşan bir siville beraber maç seyrediyorum. Hem de nerede? Vapurda!

***


Takip ettiğiniz gibi, 15 gündür Ege Denizi’nin ortasında bir adadan bir adaya zıplamaktayım. Midilli’den başladım, oradan Atina’ya uçtum, Atina’dan Paros adasına vapurla geçtim, Paros’tan da yine vapurla Naxos adasına, son olarak da Syros’a! Syros’a gelmeye niyetim yoktu ama memlekete dönebilmek için Samos veya Kos adalarından birine geçmek zorundayım ve Atina-Pire’den kalkan Samos veya Kos vapurları da civarımda sadece Syros’tan geçiyor...

Bir “kara” ülkesinin “otobüs çocuğu” olarak Yunanistan’daki bu “vapur dünyası” beni büyülüyor... Feribotların (bilhassa Blue Star şirketinin gemilerinin) bu kadar büyük olması beni afallatıyor. Her gördüğümde yeniden şaşırıyorum. Bir çocuk gibi kalakalıyorum. Başımı en yukarıya kadar kaldırıp gözlerim kocaman, bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum...

Dahası, bu devasa feribotların, ada şehirlerinin ta merkezine (ki çoğu kasaba veya kasabadan hallice şehirler), Beşiktaş Üsküdar teknesiymişçesine kolaycacık yanaşmaları, 10-15 dakikada araç ve yolcuları alıp hop diye kalkmaları bana fantastik film sahnesi gibi geliyor...

Ve her seferinde “Bu şimdi Girit’e mi gidecek? Bu şimdi Meis’e mi gidecek? Bu şimdi Atina’ya mı gidecek?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. “Evet” dediklerinde niye o kadar şaşırdığımı da anlamıyorlar... Sizde gemi yok mu diyorlar, “Hayır, biz de asfalt var, otobüs var, otomobil var.. Memleket Ankara’dan yönetildiği için ülkede deniz yok sanılıyor” diyemiyorum.

***


Maç meraklısı bir papaz bayağı komik oluyormuş. Maç meraklısı imam da vardır muhakkak ama imamlar sokaklarda imam kıyafetiyle dolaşmadıkları için fark edemiyoruz. Yunanistan’da ise papaz isen 24 saat kostümlü dolaşıyorsun. Bele kadar bir sakal, saçlar (neden bilmiyorum) uzun ve atkuyruğu yapılmış, başta silindirik bir şapka ve yerlere kadar uzun simsiyah bir entari. Yani papaz olduğuna dair en küçük bir kuşkun olmuyor.

Ben bittabi maçı izlemiyorum. Papazı izliyorum. Nasıl heyecanlı! Pozisyonlarda ayağa kalkmıyor ama illa ki koltuğunda şöyle bir doğruluyor. Merak ediyorum acaba küfredecek mi diye ama hayır... Şaşırma ve sevinme nidası dışında bir ses çıkmıyor.

Fakat bundan daha komiğini ise Samos adasında, Pitagorio’da görmüştük: Frappe içen papaz sahnesi. Hani çay olsa, Türk kahvesi olsa yadırgamayacağım ama frappe? Şu uyduruk eriyen kahveden yapılan buzlu uyduruk “şey”? Hem kamışla? Olacak şey değil.

Papaz bahsini kapayıp biraz da vapurdan söz edeyim. Bu sefer bindiğim “Anek Lines”. Giritli bir şirketin gemisi. “Blue Star” gemileri kadar yeni ve modern değil. 30 yıl öncesinin dekor ve zevkini yansıtıyor.

Vapur ağzına kadar dolu. Daha çok mülteci kampı gibi bir görüntüsü var. Her boş yerde birileri kıvrılmış, fosur fosur uyuyor. Koltuklar birleştirilmiş, çocuk yatağı yapılmış, koridorlara, merdiven altlarına şilteler, havlular, uyku tulumları serilmiş, ayakkabılar çıkarılmış, sırt çantaları yastık yapılmış... Bildiğin Yeni Delhi!

Şimdi doğruya doğru, gemi yolculuğu uzun sürüyor. Karadan gitsen 4-5 saatte alacağın yolu 10 saatte alıyorsun. Ben ki yolun üçte birinde bindim, 11 saatim var, ta Atina’dan binen 15 saat yolculuk yapacak! E kabin de bayağı pahalı. En güzeli mülteci stil.

Fakat beni esas şoke eden, yerlerde yatan insanlar olmadı. Beni şoke eden, geminin girişinde, resepsiyonun hemen yanındaki ikona duvarı oldu! Bir Ortodoks kilisesinin mihrabı gibi bir duvar hazırlanmış. Denizcilerin azizi Aya Nikola ikonu bir yanda, kucağında İsa ile Meryem Ana ikonu bir yanda, Mikail Melek ikonu tepede, kandili, hatta bağış kutusuyla tam tekmil bir kilisecik! Anladığım kadarıyla tehlikeli olmasa mum da yakacaklar ama bu kadarına izin verilmemiş. Kandil elektrikli zira... Ve daha da komiği, onun önünde de yatan insan var...

Dindar olmakla bağnaz olmak arasında bir fark var. Ama gecenin bu vakti, vapur güzel güzel sallanırken anlatamayacağım...