Kitabın Türkçe’si geçen sene çıkmış. Adı: Meteliksiz. Yazan Mark Boyle. Orjinal ismi “The Moneyless Man”. Kitap bir roman değil. Mark Boyle’nin parasız geçen bir senesinin güncesi.

Mark Boyle İrlandalı bir genç adam. İşletme ve iktisat okumuş, İngiltere’de yaşıyor. Mezun olduktan sonra, daha ahlaklı bir sektör olduğunu düşündüğü için organik gıda şirketlerinde yöneticilik yapmış 6 yıl.

Bir gün arkadaşıyla konuşurken şunu düşünmüler: Dünyada kaynakların tükenmesi, çevresel yıkım, iklim değişikliği karşısında bir şeyler yapmak isteyen kendi gibi binlerce insan var. Peki ama nedir küresel bozulmaya karşı insanın ataleti? Nedir insanları deli gibi tüketmekten vazgeçirtmeyen?

O zaman şu akıllarına gelmiş: Tükettiklerimizle bağımız kopuk. Herkes kendi yiyeceğini, mobilyasını üretseydi bu kadar israf olmazdı. Satın aldığımız spor ayakkabısını üreten Vietnamlı küçük çocuğun yorgun yüzünü görebilseydik belki de almaktan vazgeçerdik. Hayvanların nasıl katledildiğini görseydik belki et yemezdik. Kendi içme suyumuzu kendimiz temizlemek zorunda olsaydık içine pislemezdik.
Peki insanları korkunç üretim süreçlerinden koparan nedir? Para!

***


Mark Boyle, Mahatma Gandi’nin “Tek kişilik bir azınlık da olsan dünyada görmek istediğin değişimi önce kendin gerçekleştirmelisin” sözünden yola çıkarak “bir yıl boyunca parasız yaşayabilir miyim acaba?” demiş. Fakat bu ailene veya arkadaşlarına sırtını dayayarak, veya kaçak, göçek, yasadışı “beleşe getirme” düşüncesine dayalı bir hayat olmayacak. Ahlaklı ve onurlu bir “parasız” hayattan söz ediyor. Üstelik eğlencesi de olsun, fikirsel gelişim de, sosyalliği de. Kira, elektrik, telefon, su, gaz faturası ödemek istemiyor musun? O zaman şebeke dışına çıkacaksın. Elektriğini, yakıtını kendin üreteceksin. Otobüse, metroya para vermek istemiyor musun?
O zaman yürüyecek veya bisikletebineceksin.

Mark Boyle, haftanın üç günü çalışma karşılığında bir çiftliğin ucunda, elden düşme bir karavan içinde başlıyor parasız hayatına. Yiyeceklerinin bir bölümünü kendi yetiştiriyor, bir bölümünü doğadan topluyor, bir bölümünü de çöp karıştırarak buluyor.

Hemen yüzünüzü ekşitmeyin. İngiltere’de her yıl 18 ton yenilebilir gıda atılıyor. Yani İngiltere’nin sahip olduğu tüm gıda maddelerinin üçte biri çöpe gidiyor. Siz evinizdeki kurumuş ekmek parçasını bile değerlendiriyorsunuz belki ama yanı başınızdaki süpermarketler, tarihleri geçti veya paketleri yamuldu veya kartonu ıslandı veya etiketinde leke var diye her gün tonlarca yiyecek ve içeceği çöpe atıyor.
Ama bir de takas diye bir yöntem var. Bisikletinin bir parçası mı bozuldu? Canı yulaf ezmesi mi istedi? Önce elden düşme var mı diye bakıyor. Yoksa bir iş karşılığı birinden alıyor.

Kış kolay geçmiyor. Noel’de ailesiyle beraber olmak için günlerce otostop çekerek anne evine varıyor. Duş alabilmek için buzları eritmek zorunda kalıyor. Üstelik de vegan (hiç bir şekilde hayvan ve süt yumurta dâhil hayvan ürünleri tüketmeyen kişi) olduğu için doğada yiyecek bulmakta zorlanıyor. Üşüyor. Kız arkadaşı terk ediyor. Bisikletle gitmek zorunda olduğu için şehre inemiyor. Yalnız kalıyor. Ama bu arada kağıdı ve tükenmez kalemi bitince mantardan kağıt ve mürekkep; güneş enerjisiyle çalışan bilgisayarı bozulunca atık malzemeden yeni bilgisayar, elmadan elma şarabı ve bir dolu başka şey yapmayı öğreniyor...
Yazlar daha eğlenceli geçiyor. Doğa coşuyor, her yer ot ve meyve kaynıyor. Arkadaşlarına kendi yaptığı içkilerle partiler veriyor. Sık sık kampa çıkıyor. Ormanlarda bir grup insanla mantar topluyor. Festivallere konuşmacı olarak katılıyor. Kız arkadaşlar ediniyor ve “parasız” centilmenlik hünerlerini sergiliyor...

***


Parasız hayat olur mu? Başka türlü bir hayat mümkün mü? Yerim dar, yarın ve öbür gün devam edeceğim...