“Türbanlı Erkekler” veya “Türbanlıları Unutan Erkekler” üzerine bir kitap…

Gazeteci Selin Ongun çok yerinde bir zamanlamayla 10 başörtülü kadınla görüşerek güzel bir kitap hazırlamış. Kitabın tam başlığı, kapsamı hakkında fikir veriyor: “Başörtülü kadınlar anlattı: türbanlı erkekler.”

Kitapta, başörtülü kadınların muhafazakar erkeklerle ilgili son derece çarpıcı gözlem ve eleştirileri var. Siyasette özcü tanımlamalardan kaçınarak, kendilerinden farklı olanlarla da bir yakınlık kurulabileceğine inananlar için, yakından izlenmesi gereken ilginç şeyler oluyor. Bahsedilen kitapta söyleşi veren başörtülü kadınların bir kısmı, yakın zamanda “Başörtülü aday yoksa oy da yok!” başlıklı bir kampanya başlattılar. Bu çok ilginçti çünkü Muhafazakar basın bu girişimi büyük ölçüde görmezden geldi. Bu görmezden gelme durumu, “Şimdi sırası mı!” tavrı, o kadar tanıdık ki, kitapta muhafazakar erkeklere yöneltilen eleştirilerin bir özeti gibi.

Ayşe Böhürler, değişim sürecinin 28 Şubat’la başladığını vurguluyor: “O korku ortamı neticesinde birçok yerde başörtülü kız işten çıkarıldı ya da “saklandı.” Dindar erkekler ise yine de işlerini sürdürdüler. Yanlarında başörtülü olmayınca, sekreterleri başörtülü olmayınca çok daha rahat çalışma imkanına kavuştular.” (s.22) Bu gözlemlerin doğruladığı bir nokta var: Muhafazakar erkeklerin verili sistemle çok da sorunları yok aslında. Bu sistemde iktidarın el değiştirmesi onlara büyük bir tatmin sunabiliyor. Tam anlamıyla statükocu, “Muhafazakar” reflekslere bürünüyorlar. Böhürler’in ifadesiyle, Muhafazakar erkekler, “Başörtülü olmanın modern dünyayla çok bağdaşmayan bir şey olduğunu düşünüyorlar. Tabi sözde değil elbette” (26).

Başörtülü eski “dava arkadaşlarıysa,” fazla anımsamak istemedikleri bir geçmişe ait. Bir de temel bir mesele var: Başörtülüler, yoğun toplumsal gerilim sürecinde eleştirel entelektüel tavırlarıyla erkeklerin önüne “fazlaca” geçmiş olarak algılanıyorlar. Bir başka ifadeyle, toplumsal mücadeleler başörtülüleri “fazlasıyla” bilinçlendirdiği için ne modern ne de muhafazakar kesimler, onlarla nasıl baş edebileceklerini bilemiyorlar. Benim bu kitaptan öğrendiğim en çarpıcı tespit bu. Merve Kavakçı’nın tespitleri bu bakışı doğruluyor: “Başörtülü kadın, içinden çıktığı muhafazakar toplumdan daha çabuk gelişti, değişen dünya şartlarına daha çok adapte oldu. Yürüdü ve gitti. Muhafazakar toplum buna tam da yetişemedi. Böyle olunca siz kimseye yaranamayan bir yaratık haline dönüşüyorsunuz, başörtülü bir kadın olarak (43).

Bir zamanlar Refah Partisi’nin İstanbul İl Hanımlar Komisyonu başkanlığını yaparken, partiye binlerce kadını kazandırmasıyla bilinen Sibel Eraslan, yaşanan değişimi çarpıcı biçimde özetliyor: “Para ve güçle iyi bir imtihan veremedik. İşin aslı budur…” “Bir insan kapitalistse kapitalisttir. Çok klasik ama paranın dini imanı olmaz… Bu savrulmayı sol da tecrübe etti. Şimdi de muhafazakar kesim tecrübe ediyor” (54). Eraslan’ın kendisine sorulan, “Bu hareket kendi içinden Tayyip Erdoğan’ın kadın versiyonunu çıkarabilir mi?” sorusuna verdiği yanıt çok çarpıcı: “Hangi lider kendisine bir rakip çıkarır. Ben en son Behice Boran’ı görmüştüm; sahiden etkili, sahiden lider bir kadın. Mimikleri, anlatımları, gözlerindeki o ifade. Nereden bulacağız şimdi bir Behice Boran? Yok (63).”

AKP’nin ve Muhafazakar cenahın, başörtülü kadınları temsil etmek istemesi, başörtülü temsilciler istediği anlamına gelmiyor. Ali Bulaç’ın 2 Nisan’da Zaman’da kaleme aldığı “Başörtülü Aday” başlıklı yazısı, bu gerilimi anlamak bakımından tam bir ders niteliği taşıyor. Anlaşılan Bulaç, “Başörtülü aday yoksa oy da yok!” girişiminden fazlasıyla rahatsız olmuş. Bulaç’ın eleştirisi çok tanıdık: “ Başörtüsü mağdurları olarak öne çıkan "bazı bayanlar", bunu bir ticaret ve statü aracı haline getirdiler, adeta başörtüsü mağduriyetini birtakım yerlere gelmenin, mesela yerel ve merkezî iktidardan iş koparmanın, çeşitli kurum ve kuruluşlarda mevki kapmanın vasıtası olarak kullandılar, bu alanda hayli de mesafe aldılar.” Bulaç, başörtüsü gibi mağduriyetlerin temsiliyle iktidar olan Muhafazakar Erkekleri anlatıyor aslında. Yaptığı, çok tipik bir yansıtma mekanizmasını kullanmak. AKP’nin kendi zengin sınıfını yaratma ve kadrolaşma süreçlerinden sanki bu şöhret sevdalısı başörtülü kadınlar istifade etmişler gibi anlaşılmaz bir çarpıtma var burada.

İzleyen satırlarda Bulaç, başörtülülerin başkalarıyla yan yana gelmelerinden ve feminizmden etkilenmelerinden rahatsızlığını ortaya koyarak asıl baklayı çıkarmış oluyor ağzından: “Zaman içinde bu dinî vecibeyi (başörtüsü) savunmak her inanmış erkek ve kadın üzerinde bir görev iken, yine aynı sözcüler ve onların 'başkaları'yla bir araya geldikleri kişiler, resmî, yarı resmî veya tamamen sivil oluşum ve platformlar, başörtüsünü dinî muhtevasından kopardılar, içini boşalttılar, feminizmden mülhem basit kadın hakları seviyesine, kişisel tercih ve bireysel özgürlüklere indirgediler; başörtüsü üzerinden 'birbirlerinin velisi' (yardımcısı, dostu, koruyucusu, destekçisi, kardeşi ve savunucusu) olan erkeklerle kadınların arasına cinsiyetçilikte, yani kadın ırkçılığında ifadesini bulan ayrışmalara, kutuplaşma ve rekabetlere dönüştürdüler.” Bu yazıda Muhafazakar erkeklerin yaptıkları veya yapmış olabilecekleri kimi hatalara dair en ufak bir gönderme yok. Bulaç, başkalarının vesayetine muhtaç olmayan bu başörtülülere fena halde kıl kaptığı için, başka yazılarında görülebilen çok boyutlu düşünme eğilimi birden bire yok oluyor ve tipik bir Amerikan Cumhuriyetçi Muhafazakarının sözcükleri dökülüyor kaleminden.

Yazının en trajikomik yönleri, Bulaç’ın bu “bayanları” AKP’ye karşı yapılan bir komploya alet olmamaları yönünde uyardığı ve “Biraz daha sabredin canım, ne olur!” diye telkinde bulunduğu, “görmüş geçirmiş abi” tavırlarında ortaya çıktı: “Daha birkaç sene önce başörtüsü konusu neredeyse AK Parti'yi kapattırıyordu. Para cezasıyla kurtuldu. Bana öyle geliyor ki 'iyi saatte olsunlar' bu sefer iyi niyetli bayanlar üzerinden AK Parti'ye yeni bir tuzak kuruyorlar. Ne değişti ki, AK Parti yeni bir kapatma davasıyla karşı karşıya gelmesin! Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin, seçimden sonra yeni ve sivil bir anayasa çıksın, herkesle beraber başörtülüler de rahatlasın.”

Selin Ongun’un kitabında söyleşi yaptığı başörtülü kadınların yukarıda aktarılan çarpıcı gözlemleri, bizlere farklılığın, yakınlığa engel teşkil etmeyeceği bir siyaset anlayışının halen mümkün olduğunu yüksek sesle hatırlatıyor aslında. Bu söyleşilerde ortaya çıkan eleştirellik, başörtülü kadınların, kendilerini yok saymaya yeminli geleneklerden de etkilenmeye açık bir gönül zenginliğine sahip olduklarını gösteriyor. O sesleri duymamakta ısrar eden bizleriz. Oysa bu kesimle eleştirel bir diyaloga girmenin, bu ülkedeki militarist, erkek egemen, milliyetçi muhafazakar ve kapitalist hegemonyanın geriletilmesinde ne kadar önemli olduğunu, olacağını artık kavramalıyız…