Marmara Üniversitesi’nde, Büşra Ersanlı’yla aynı bölümdeyiz. Şu an doktora sonrası araştırmalarım için ABD’de bulunuyorum. Van depreminin acısının üzerine, Profesör Büşra Ersanlı ve ardından yayıncı Ragıp Zarakolu’nun “KCK Operasyonu” adı altında gözaltına alındıkları haberinin şoku ekleniyor.

Büşra Ersanlı'yı göz altına alanlar bilsinler ki, 1968'den beri boyun eğmeyen, dimdik duran birisidir o.

Sadece ‘kendisine Müslüman’ demokratlardan olmadığı için hep ezilenlere omuz vermiştir.

Ona saygı duymak için her düşüncesine katılmanız gerekmez.

Makam ve mevkiyle on yılda başları dönen ve bir gecede demokratlığı keşfedenlerden değildir o.

Ve biz bir gecede tarihin çöplüğüne giden ne partiler, ne liderler gördük...

Hiç yere ölenleri, öldürülenleri görmeden de yaşamak mümkün bu post-modern, tuhaf zamanlarda. Ne mutlu ki, bu ülkede başkaları için vicdanında kocaman bir yer açabilenler halen var.

Başka mahallelere ölüm yağarken, televizyonda dizi de izleyebilirsiniz sonuçta. Ne de olsa özgürüz hepimiz, değil mi? Seçme şansımız var yani...

Gidin evinizde ağlayın

Durmadan ağlayan, gözü yaşlı bir siyasetçi...

Bir siyasetçi var.

Gözleri hep nemli.

Çok kolay ağlıyor.

Ağlamak en mahrem şeylerdendir halbuki.

Sözün bittiği yerdir.

Şimdi kendi samimiyetini göstermek, kanıtlamak için yapılan bir performansa dönüştü ağlamak.

Ağlayan birisinin samimiyetine olan inancımı kaybettim artık. Bazıları her fırsatta ağlıyorlar. Bugün hangi his yükselişteyse o nabza göre şerbet verip ağlanıyor.

Yarın bunun tam zıddı bir his için ağlayabilir bu insanlar...

Yıllar önce öğretim üyeliğinden atılan bir hoca, öğrencilerine şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: Nabza göre şerbet vermeyin.

Hakikaten, nabza göre şerbet vermeyin ve gidin evinizde ağlayın.

Anaların göz yaşlarına birazcık saygı için.

Gidin evinizde ağlayın...

"Mesleğimiz umut, kefenimiz bulut"

Burası dünyanın diğer ucu. Chicago. Günlerden hala Cumartesi! Saat 20:36. Etraftan kampüste kalan gamsız öğrencilerin sarhoş naraları geliyor. Ben odama sığmazken onlar neşe içinde şarkılar söylüyorlar. Kıskanıyorum...

Bir 11 Eylül bile onları dumur etmeye yetti ama bizler için her gün 11 Eylül, hatta her gün 12 Eylül. Bir gurur uğruna ne güneşler batıyor...

Yine de iyimser güller açabiliyor yanaklarımızda, aniden, hiç beklenmedik bir anda. Düşmanlarımız şaşırıyor.

Ne çok dostumuz var, "mesleğimiz umut, kefenimiz bulut" diyebilen. Ve ne çok dostumuz var, yıllarca kaldıkları hücrelerden, işkencelerden hiç bahsetmeyen. Sessizlikleri bile utandırırken bizi, Pınarhisar Cezaevi'nde iki ay kalıp, "Damdan düştük, halden anlarız" diyenlere ya ne demeli?