Toplumsal olayların incelenmesi, toplumsal bilim, son kertede doğa bilimlerinin temel varsayımlarına göre biçimlenmiştir. Ancak, insanın bulunduğu her yerde “bilinç”, “irade” v.b. etkenlerde bulunduğu için, toplumsal bir olayı incelemek, sözgelişi “yerçekimi”ni incelemekten farklıdır. Doğa olaylarını incelerken ulaştığımız kesinliğe, insan bilimlerinde hiçbir şekilde ulaşamayız.

Buna rağmen, bazı özel durumlarda, toplumlar ve topluluklar da cansız maddeyi andıran bir “hesabilik” içinde davranabilirler. Sanırım biz şimdi Türkiye’de böyle bir durumdayız. En azından Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlamış bir “modernleşme” projesinin baskısı altında yaşamış bir kesim, şimdi toplumun dizginlerini eline almış, “güç bende” diyor, kendi idealize ettiği hayat tarzını bütün topluma kabul ettirmek üzere hareke geçmiş durumda.

Onun var olduğunu söylediği baskı gerçekten o boyutlarda mıydı? Var olmasının haklı ya da anlaşılır nedenleri var mıydı? Bunlar ayrıca tartışılması gereken konular. Ama tartışılması, incelenmesi nesnellikle ilgili. Benim şu anda konuştuğum şey ise bir “öznellik” sorunu. Gerçekte ne olduğu konusu değil bu; toplumsal bir kesimin ne hissettiği. Din çevresinde yapılandırılmış bir hayat tarzına alışmış, nihai kaynağı din olan değerlere göre düzenlenmiş bir geleneksellik içinde var olmuş insanlar, Cumhuriyet’in adını “laiklik” koyduğu yeni bir hayat tarzını “kanun kuvvetiyle” empoze etmesinden son derece rahatsız olmuş, fiili çaresizliğiyle eşorantılı tepki biriktirmiş. Şimdi, bunca yıl sonra, eline somut imkân geçirmiş; hayatı yeniden, kendi inanç ve değerlerine uygun biçimde düzenlemek istiyor.

Doğa bilimine benzettiğim şey de bu zaten. Bir ince dalı aldınız, bir yana eğdiniz. Bıraktığınız anda o dalın hangi hızla dikileceğini, yani eski şeklini alacağını (veya alamayacağını) hesaplayabilirsiniz. Çünkü fizik yasaları çerçevesinde geçen bir olaydır bu. Yukarıda anlattığım toplumsal olayın da bunu yakından andıran bir mantığı var.

Bunları, nesnel durumu anlaşılır kılmak için yazıyorum ama onaylamıyorum. Toplumsal olayların bazı konjonktürlerde doğa olaylarını andıran bir matematik olgusallık kazandığı doğru, ama bu iyi bir şey değil. Çünkü “toplumsal” dediğimiz olayda “insan” var, insan varsa “bilinç” var, “irade” var. Onların olduğu yerde olayların gidişini kör bir matematiğe bırakmak da iyi bir şey değil, bir marifet değil.

Geçtiğimiz yıllarda epey bir “revanchizm” lafı edildi. O tartışmalar daha çok davalarla, mahkemelerle, tutukluluk süresi gibi konularla ilgiliydi. Ama bir süreden beri AKP iktidarının çok daha geniş kapsamlı br atağa geçtiği görülüyor. Bu, inançları doğrultusunda yaşama hak ve imkânları ellerinden büyük ölçüde alınmış Müslüman kesime bu hak ve imkânları yeniden kazandırmak gibi bir amaçla sınırlı değil. Öyle yaşamak istemeyenleri de öyle yaşatmak isteğini içeriyor. Sözgelişi başörtüsü... Üniversiteye başörtüsüyle devam etmeyi fiilen yasakladılar. “İkna odası” gibi icatlar çıkardılar. Bu yanlıştı. Şimdi bu uygulamalar yok. Ama şimdi, sanki bugüne kadar başını örtmeyenlere de başörtüsü örttürme çabası başlıyor. Sanki, “başınızı örtün” demek üzere “ikna odaları” kurulacak.

Yazık oluyor. Türkiye, kendi toplumsal dinamiklerine bırakılsa, farklı hayat tarzları, farklı değer sitemleri arasında modus vivendi, bir arada var olmanın biçimlerini üretebilirdi. Hükümetin gidişi bu yolu tıkıyor, geleneksel, alışıldık “zorlama”yı, sadece yönünü değiştirerek yeniden yürürlüğe koyuyor ve bunu yaparken çok önemli bir fırsatı hoyratça heba ediyor.