Batı’yı sevin ya da sevmeyin, dünya tarihinin biçimlenmesinde oynadığı birinci dereceden belirleyici rolü yoksayamazsınız. Nicelikten baktığınızda, belki bir kıta bile sayılmaması gereken (tarih başka türlü gelişse zaten sayılmazdı) küçücük Avrupa bütün dünyanın yönünü, gidişini belirlemiştir.
Çünkü güçlüdür. Uzun zaman insanlar “Batı” dendiğinde bundan “güç” anladılar. Komodor Perry Japonya’ya gidip “Bu izolasyonu bitirin. Yoksa sizi topa tutacağım” dediğinde Japonlar izolasyonu kaldırdılar, çünkü Perry’nin toplarına karşı yapacakları bir şey yoktu —bundan neredeyse yüz yıl sonra tepelerinde patlayan atom bombalarında da olduğu gibi.
Batı güçlüydü. Ama bu, zaman içinde,elde edilmiş bir güçlülüktü. Batı, A, B ve C olduğu için güçlüydü. Nedir bu A, B ve C? İşte, Rönesans’ı, Keşifler’i, birçok şeyi sayabilirsiniz. Doğa bilimlerinin gelişmesini mutlaka saymanız gerekiyor. Bu gibi süreçleri izleyen Aydınlanma, ihmal edilemez. Derken Sanayi Devrimi...
Yani, o fiziksel gücün ardında yatan, elle tutulmaz bir şeyler, “manevi” dediğimiz ya da “entelektüel” dediğimiz türden şeyler.
Yukarıda sıraladığım birkaç büyük olay, Rönesans, Keşifler bunlar “Batılı” dediğimiz adamın gerçeklikle kurduğu ilişkinin aldığı çeşitli biçimlerdir. “Bilimlerin gelişmesi” de bunların başında gelir.
“Güneş” dediğimiz, bize ısı, ışık, her türlü hayat veren o nesnenin bizim için yapılmış ve bu amaçla çevremizde dönüyor olması, insana rahatlık veren bir düşünce —ama doğru değil; gerçekliği yansıtmıyor. Kopernikus diye bir adam da çıkıp bunu söylüyor. Söylemek kolay değil (Kopernik söylediğinin ertesi yılı öldüğü için başına bir şey gelmedi): bundan şöyle böyle yüz yıl sonra benzer şeyler söylediği için Galileo’nun başına gelenleri düşünün.
“Başına gelenler” olduğuna göre, “getirenler” de olmalı. Kilise gibi bir kurum, başka kurumlar, bireyler vb... Ama sonunda Batı o kurumların değil, Kopernikus’un, Galileo’nun, Harvey’in, Descartes’in Spinoza’nın yolundan gitmiş ve böyle yaptığı, yapabildiği için Batı olmuştur.
Yani, gerçeklikle kurduğu ilişkide, olmasını istediği şeyi değil, doğru olan şeyi aramak ve bulmakta ısrar ettiği için.
Dünyanın başka neresinde ne olmuştur, şimdi o konulara gitmeye gerek yok. Ama bizim burada egemen tavrın bu olmadığı açık seçik görülüyor. 1977’nin 1 Mayıs’ında ne olduğunu hâlâ bilememekten zehirlendi mi diye ölmüş cumhurbaşkanının mezarından çıkarılmasına, gerçeklikle arasına duvar örülmüş bir toplum bu. 1938’in Dersim’ini daha yeni konuşuyoruz, 1915’te olanları hâlâ konuşmuyoruz...
Mustafa Armağan, eser vermiş, ciddi bir kişidir, kişiliktir. Bir süredir bir dergi yayımlıyor: Derin Tarih koymuş adını. Eylül sayısında İzmir Yangını olayını ele almışlar. Anlaşılan istedikleri, bütün yazılar bazı nedenlerle gelmemiş ve çıkan sayıya göre İzmir’i Ermeniler yakmış oluyor.
Ama dosya dışında bir yazı daha var ki, buna göre, 6-7 Eylül’ü Yunan gizli servisleri yapmış.
Şimdiye kadar Kemalist devletin ürettiği bir “fabrikasyon Türkiye tarihi” ile yaşamıştık. Şimdi onun yerine, ondan daha sahici olmayan bir başka fabrikasyon üretmenin sırası geldi anlaşılan.
Neyse ki, bu ülkede iyi tarihçeler, tarihi doğru okumakta kararlı olanlar var artık.