John Le Carré gibi kendisi de casuslar dünyasının içinden gelen yazarların kitaplarını okuduğunuzda, istihbaratçıların kendilerine mahsus ve zaman zaman çok kanlı bir “mizah” anlayışları olduğunu, birbirlerine tuhaf şifrelerle meydan okuduklarını veya çeşitli sembollerle mesajlar gönderdiklerini görürsünüz.

Biliyorsunuz dün Topkapı Sarayı’na tümüyle anlamsız görülen bir saldırı düzenlendi.

Görünürde bir talebi, bir mesajı olmayan bir adam, ava gider gibi silahlanıp saraya saldırdı, iki kişiyi yaraladı, kendisi de öldürüldü.

Ama biraz yakından bakınca saldırı “mesajlarla”, simgelerle doluydu.

Saldırılan yer neresi?

Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’daki ilk sarayı, Osmanlı’nın günümüzdeki en önemli simgelerinden biri.

Peki, ağır ağır bir sıcak savaşa doğru ilerlediğimiz Suriye’nin diktatörü Beşşar Esad geçenlerde ne demişti?

“Türkiye, Osmanlı olmak istiyor.”

Peki, saldırganı olay yerine getiren arabanın plakası ne?

Suriye plakası.

Saldıran kim?

Libyalı bir adam.

Peki, son çıkan haberler ne?

“Suriye’ye Türkiye’den 600 silahlı Libyalı gönderildi.”

Saldırganın Suriye plakalı bir araçla Saray’a gelmesi, saldırıyı Suriye’yle bağlantılı kılan açık bir işaret.

O kadar “açık” ki insan bunun Suriye tarafından yapıldığından kuşkuya düşüyor.

Ama bütün işaretler, Osmanlı’yı, Suriye’yi, Libya’yı biraraya topluyor.

Bir örgüt, bu üç özelliği içinde toplayan bir mesaj gönderiyor Ankara’ya.

Mesajları gönderen Suriye istihbaratı mı yoksa “onların gönderdiğinin” düşünülmesini isteyen başka bir örgüt mü, artık onu istihbaratçılar bulacak.

Burada kesin olan, saçma sapan gözüken bir eylemle, Türkiye’ye, istihbaratçıların anlayacağı bir mesajın gönderilmiş olduğu.

Birisi, Türkiye’yi Suriye konusunda uyarmak istiyor.

Otuz yedi yaşındaki bir Libyalı neden kendisini İstanbul’da bir sarayın bahçesinde öldürtmeye razı olur?

Bunun cevabını bilmek de çok zor.

Böylesine açık ve kesin bir ölüme razı olanlar genellikle kendini bir “davaya” adayanlardır.

Bir Libyalı hangi “davaya” bağlılığı nedeniyle böyle bir saldırıyı yapmaya razı oldu acaba?

Tabii, bu işin göründüğünden daha “derin” olduğunun başka işaretleri de var.

Saldırgan Libyalı Türkiye’ye iki gün önce giriş yapıyor.

Bir otelde, kimliği henüz gazetelere yansımamış biriyle birlikte kalıyor.

İki gün içinde “birileri” ona silah tedarik ediyor.

Suriye plakalı bir araba buluyor.

Ve, Topkapı Sarayı’na kadar o arabayla getiriyor.

Demek ki İstanbul’da silah, para, araba bulabilen ve varlığını bugüne kadar “sezdirmemeyi” başarabilen bir örgütün elemanlarından söz ediyoruz.

Öyle pek hafifsenecek bir iş değil bu anlayacağınız.

Bu işi kimin yaptığını, “mesajın” ne olduğunu bu işten anlayan görevliler bulacak herhalde.

Bizim toplum olarak çıkartacağımız sonuçlar daha değişik elbette.

Türkiye, Ortadoğu’da güçlendikçe ve önemli roller üstlendikçe, bundan hoşlanmayanlardan değişik “mesajlar” alacak.

Bu “mesajlar”, Topkapı baskını gibi “heyecan yaratan” ama etkisiz mesajlar olmayabilir her zaman.

Onun için, “dışarıda” güçlenmek isteyen Türkiye mutlaka içeride sorunlarını halletmek zorunda.

Kışkırtılmaya hazır din, ırk, mezhep gibi sorunlarını çözmeden, bütün toplumu kavrayan eşitlikçe ve özgür bir ortam yaratmadan, “dışarıda” güçlenmek için hamle yapmak, Türkiye’yi içeride çok “zayıf” ve “yaralanmaya” açık bırakabilir.

Türkiye, Ortadoğu’da ve dünyada önemli, ağırlıklı bir devlet olmak istiyorsa, “içerisini” sağlam tutmalı, “yumuşak karnı” bu kadar geniş olan bir ülke kolay vurulur çünkü.

İstihbaratçıların bu saldırıdan nasıl sonuçlar çıkartacağını bilemeyiz.

Ama siyasetçilerin çıkartması gereken sonuç açık.

Bir an önce toplumsal sorunları çözmeli, “fay” hatlarını tamir etmeli ve bütün toplumu sarıp sarmalayan bir demokratikleşme hamlesiyle güçlenmeli.

Aksi takdirde, hem dışarıda güçlü olmak isteyip hem içeride böyle “zayıf” olursanız böyle çok “mesaj” alırsınız ve her zaman da Topkapı baskını gibi hafif atlatılmayabilir o mesajlar.