40-45 yıl kadar önceydi. Çocuktum. Gecelerimiz uzun ve karanlık geçerdi. Çünkü o yıllarda bizim evimizde de Dersim’deki evlerin büyük çoğunluğundaki gibi elektrik yoktu. Gaz lambasının ışığıyla aydınlanan gecelerimizin en renkli zamanları babamın anlattığı yaşanmış hikâyeler ve masallarla geçirdiğimiz saatlerdi. Biz, özellikle de uzun geçen kış gecelerinde koro halindeki ısrarlarımızla babamı bize bir şeyler anlatmaya ikna etmeye çalışıyorduk. İkna çabamızın başarılı olduğu zamanlarda babamın, daha sonraki yıllarda ise annemin anlattıkları hikâyelerin neredeyse tamamı, 1938 Dersim katliamında yaşanmış olaylarla ilgiliydi.

Babam anlatmaya başladığında onu, ürkek bir sessizlik içinde dikkatle dinlerdik. Neler yoktu ki o ışığı titreşen göz bebeklerinin tanıklığında. Neler iz bırakmamıştı ki o yorgun ömründe biriken anı dağarcığında.

Gruplar halinde köylerinden alınan, kendi ana dillerinden başka dil bilmeyen, kendi köylerinin sınırlı civarından başka ufuklar tanımayan, üstlerinde “beyaz don” bulunan ve askerler tarafından kafileler halinde bir bilinmeze doğru götürülenler.

Bir yamacın eteğinde veya dere yatağında kurşuna dizilmiş kadınlı çocuklu gruplar arasından, cesetlerin altında kalmak gibi bir “şans” yakalayabildiği için hayatta kalabilen ve hala o günlerin izlerini hem vücutlarında hem de ruhlarında taşıyanlar.

Son yolculuklarına çıktıklarını bildikleri için değerli eşyaları olan jar ve teberikleri askeri birliklerin gözetiminde zorunlu konukluğa tabi tutuldukları komşu köylerin insanlarına teslim edip, birkaç gün sonra bir dere yatağında kurşuna dizilenler.

Operasyonlardan kurtulmak amacıyla dağların kuytularına sığınmak için köylerini terk ederken askeri birliklerle karşılaşınca ısırgan otlarının arasına saklanan, orada kucağındaki bebeğin ağlama sesi duyulmasın diye onun ağzını eliyle kapatan ve bu nedenle bebeğin boğulması karşısında çaresiz kalan anneler.

Götürüldükleri yerlerden dönemeyenler.

Anadolu’nun en uzak diyarlarında zorunlu iskâna tabi tutulan ve Dersim'e olan özlemlerine yenilerek sürgünde ölen yaşlılar.

Katliamdan kaçarak dağlara sığınan ve Demenan Dağları'nda 7 yıl kaçak hayat sürdükten sonra köyüne dönen kadınlar.

Parayla satın alınan Dersimli milisler…

Babamın anlattığı hikâyeleri dinlerken olaylar içinde geçen askerleri düşünürdüm. Onları birer insan olarak canlandırmaya çalışırdım zihnimde. Okullarımızda, Kurtuluş Savaşı sırasında yaptıkları kahramanlıkları ile bize tanıtılan, siyah-beyaz belgesellerde övgülerle bahsedilen o asker giysili insanları düşünüyor, Dersim’de olan bitenlerle o siyah-beyaz belgesellerde izlediğimiz askerler arasında bağ kurmaya çalışıyordum. Aynı askerlerden mi bahsedildiğini anlamak istiyordum çocuk aklımla. Anlayamıyordum. Çünkü o zamanlar bu çelişkiyi çözümleyebilecek ne yeterli bilgim, ne tanıklığım, ne de yaşanmış olayları birbiri ile ilişkilendirebilecek bir birikimim vardı. Zihnimdeki bütün soruların cevaplarını bulmak için hikâyeleri anlatan babamın gözlerinde belirip kaybolan o titrek ışığa bakıyordum. Yılların yorgunluğu ile adeta grileşmiş gözbebeklerindeki korku, acı ve kaygıyı gördüğümde, o titrek ışıklı gözlerin belli belirsiz nemlenmesini fark ettiğimde aradığım cevaplar belirginleşiyordu zihnimde. Anlatmadan değil ama hatırlamaktan yorulmuş gibi derin bir iç geçirip hikâyenin sonunda durgunlaşan babam, kaygı ve kırıklık dolu bir sesle “awa kı ma diya, keş nédiye” (bizim yaşadıklarımızı hiç kimse yaşamamıştır) deyip saçımızı okşadığında o keskin hüznü içimde hissediyordum. O hüzünlü gecelerde Dersimli olmanın ağır yükünü daha çok anlıyordum.

Babam öldükten yıllar sonra hatırladıklarını bize anlatan annem de hikâyenin sonunda “ax lazem, qe xu vira néken” (ah oğlum, hiç unutamam) diyerek bitirirdi sözünü.

Babam öleli yıllar oldu. Annem doksanlı yaşlarında şimdi ve artık zihni darmadağın. Düşünüyorum da onlardan bize yani çocuklarına kalan en acı miras, içimizi her gün yeniden kanatan keskin bir hüzün ile bir neslin ömrünü en derin yerinden yaralayan bir kıyımın tanıklığı oldu.

Her şey eskiyor biraz, her şeye alışılıyor ama acının keskinliği kuşaklar boyu hep aynı, hep benzer kalıyor.

____

 (*) Tertelé Dersim ma vira nésono! Türkçesi: Dersim katliamını unutmuyoruz!