Erdoğan’ın siyaset yapma tarzı bir yoruma göre “klasik”, başka bir yoruma göre ise “çağdışı” olarak değerlendirilebilir. İçerik ve öz aynıdır. CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Beyefendi siyaseti pek bilmiyor” dediğinde, cevap, “siyasi nezaketsizliğin zirvesi” olarak geliyor. Oysa Trump mektubunda “aptal olma!” dediğinde, yanıt “bizim karşılıklı olan sevgi ve saygımız da bunu gündemde tutmaya müsaade etmiyor” şeklinde oluyor. Hâlbuki “don’t be a fool!” sözlerine Osmanlı tokadı gibi cevabımız “how dare you?” gibisinden olmamalı mıydı? ABD Başkan yardımcısı Pence gelmeden önceki gün, önce, “Onlarla görüşmeyeceğim, ben sadece Trump’la görüşürüm” ve bir saat sonra “Pence ve Pompeo dışındakilerle görüşmem!” diyen Erdoğan, görüşmede elindeki kozlarını oynadı gibi görünüyor. “Harekâtı durdurmayacağız, arabulucu falan aramıyoruz” sözleri hemen unutuldu. Yine görüşme öncesinde ise Trump, “Erdoğan-Pence görüşmesi olumlu geçmezse, yaptırımlar yıkıcı olacak” ve Pence de “Bölgedeki istikrarsızlığın sorumlusu Erdoğan'dır” mesajlarını tüm dünyaya iletmişlerdi.

Unutmamak gerekir ki, ABD’nin 70’den fazla ülkede toplamı 800’ü aşan sayıda üssü bulunuyor. Ara verilinceye kadar, Barış Pınarı operasyonunda bizden sivil, asker ve Suriye Milli Ordusu elemanları olmak üzere 100’e yakın, karşı taraftan ise 700’ün üzerinde kayıp verildi. İŞİD’e karşı gerçekleştirilen Fırat Kalkanı operasyonu 216 gün sürmüş ve 71 şehit verilmişti ve 3000 civarında İŞİD’li etkisiz hale getirilmişti. Bundan sonra, Afrin bölgesinde PYD’ye yönelik olarak yapılan Zeytindalı operasyonu ise 56 gün sürmüş ve bu operasyonda da 48 şehit verilmişti. Türkiye’nin diasporadaki milyonlarca vatandaşının zaten bir lobicilik kabiliyet ve faaliyeti mevcut bulunmuyorken, kendini ‘polimat’ sanan cahil siyasetçiler, yandaş kontenjanından yabancı misyonlarımızı dolduran sözde diplomatlar Türkiye’nin işini oldukça zorlaştırıyorlar. Düşünün ki böyle kritik bir zamanda bile ABD’deki Türk büyükelçiliğinde bir basın danışmanımız bile yok. Olan biten hakkında bilgi almak isteyen ABD basın ve medyası mensupları, yalnızca Trump’ın tweet’leri ve Erdoğan’ın hamasi ve değişken resmi açıklamaları ile yetinmek zorunda kalıyorlar.

ABD 5 günlük anlaşma sağlanmadan önce Halkbank davası kartını çekti. Cüneyt Özdemir CNNTürk’ün canlı yayınına bağlanarak, bu davada büyük bir ihtimalle “Erdoğan’ın sanık kürsüsüne oturtulacağın” söyledi. Elbette bütün bunlar tesadüf değildi. ABD sözde barış havası estirir gibi görünürken, Türkiye’nin ekonomisini esir almış, hem Türkiye hem de Türkiye’nin savaştığı güçlerin gönlünü almış, bölgeyi de tamamen Rusya’ya kaptırmamış oldu. Suriye’de Putin’in gölgesi uzarken, başka bir müzakere ve pazarlık sürecini daha tamama erdirmek Erdoğan Putin ile görüştü. Orta Doğu coğrafyası Rusya ve Putin için bir satranç tahtası, Trump ve ABD için ise bir poker masası. Bizim için ise uzun süredir tombala çekerek sonucu tahmin edip beklemekten farksız. Çinli savaş sanatçısı, 2 bin yıl önce “5 şeyi bilirsem kazanırım” demiş. Yer (arazi koşulları), gök (hava koşulları), kendi savunma gücü, karşı tarafın savunma gücü ve liderin aldığı savaş kararına halkın desteği.

Bizde genç işsizlik %27’ye ulaşmışken, yani her 3 gençten 1’i işsizken, işsizlik oranı Japonya’da %2, Almanya’da %5, İngiltere’de %4. IMF Türkiye için 2019 için küçülme (bizimkilerin tabiriyle, ‘eksi büyüme’) öngörürken, şimdi bu öngörüsünü %0,2 (binde iki) olarak revize etti. 2020 büyüme tahmini ise %3 (YEP’te yer aldığı gibi, %5 değil). Bize göre 440 km, ABD ve dış basına göre ise 120 km uzunluğunda olması planlanan Güvenli Bölgedeki yapılaşma ve iskân çalışmalarının tahmini maliyeti 150 milyar doların üzerinde. Bunun için Erdoğan Avrupa’dan bağış ve hibelerin alınmasını öngörüyor. Erdoğan ülkede yaşayan 4 milyon Suriyeli sığınmacı için hâlihazırda 40 milyar dolar harcandığını, Avrupa’nın ise STK’lar aracılığıyla yalnızca 3 milyar dolar yardımda bulunduğunu belirtiyor. Askeri operasyonlara “barış” kelimesini içeren, sempatik isimler vermek her zaman barışçı bir sonucu garanti etmiyor. “Hayata dönüş” adı verilen süreçte 26 kişinin öldüğünü henüz unutmadı bu ülke. Marx’ın dediği gibi; “Tarih, kendi amaçlarının peşinden koşan insanın eyleminden başka bir şey değildir. İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar; ama özgür iradeleriyle, kendi seçtikleri koşullar altında değil; dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında.

Trump ile sağlanan mutabakat ABD’de Trump’ın zaferi ve bizde Erdoğan’ın zaferi olarak görülürken, Putin ile sağlanan mutabakat yine bizde Erdoğan’ın başka bir zaferi olarak görülürken, hem Rusya hem de ABD’de Putin’in kesin bir zaferi olarak benimsendi. Her iki mutabakatta da Türkiye’nin operasyon yürüttüğü güçlerin ABD’ye ve Esat’ın Putin’e teşekkür etmesi ise işin bir diğer ilginç ve ironik yönü. Yarım kalan, neye yaradığı ve neye ulaşıldığı belli olmayan bu operasyon sonucunda, eskiden yerel bir sorun olan “Kürt sorunu” artık evrenselleşti ve uluslararası bir mahiyet kazandı. Üstelik tamamen Türkiye’nin aleyhine gelişen algılarla...

Putin’in Erdoğan’ı ve Erdoğan’ın Putin’i ağırlaması…