Bazen hakikaten sinirleniyorum.

Prof. Eser Karakaş, eski bir tartışmamızı Star’da öyle bir kurguya yem etmiş ki; sanırsın E. Özkök, E. Çölaşan ile 28 Şubat tertibi asker arkadaşıyız!

 

***

 

Karakaş, “hedef gösteren muhbir”likten sonra, artık “itirafçı” tadında mektup yazıp zarf atan Özkök’ün dediklerinin, yediklerinin hesabını bana da soruyor.

Özkök ile Çölaşan o vakit aynı “kare kökü”ne sahip. Paşalara varıyorlar. Çölaşan, “Paşam silah kullanacak mısınız?” diye soruyor. Zaten Hürriyet’te “Gerekirse silah kullanırız”lı manşet tarihin utanç sayfalarına yazılıyor.

Aklı daha önceki tartışmada, muhtemelen benim yazdıklarımda takılı kalmış “eski arkadaş Eser”e birden esiyor: “Bu Umur Talu’yu v.s herkesi ilgilendiren bir sorudur.”

Vesaire” biraz ayıp kaçmış ama, akademik titizliğe vereyim.

Bu sorularla ben epeyce ilgilendim Hocam!

Öyle ilgiliydim ki, o paşalar kovulmam için aşırı baskı yaptı; olmadı, dava açtı; olmadı, tehdit edildim.

Gazetecilerden “itirafçı” olan ise, daha sonra kovulmam için elinden geleni yaptı. O gün değil ama 28 Şubat’ın tam yıldönümünde de atıldık zaten.

Silahçı” ise, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Zeynep Atikkan, gruptan Turhan Selçuk, Bedri Koraman, Zeynep Oral, biz çok kişi kovulurken, onca muhabir susturulurken tek kelime etmedi.

Yazıları sansürlenirken de! Kovulana kadar.

 

***

Neticede…

Silahlı darbeciye bayılan, o soruyu soran ve itirafçı da…

Mehmet Altan kankası kovulurken ancak hık mık diyen “liberal” de…

Birileri kovulsun da köşelere yerleşelim diye beklemiş “romantikler” de…

Kovulanla alay etmiş, birisini veya yazı kovdurmaya dahli olmuş “solcu” da…

Muhafazakâr yazar kovulurken, kalbinden ahlaki isyan kopmamış iktidar kâtibi de içimi acıtır.

Derece derece olsa bile, özünde aynı biçimde!

 

***

 

Bekir Coşkun Habertük’ten “ayırılınca”, Karakaş Star’da bir yazı yazdı.

Kovulmuş, ayrılmış, ayırılmış, gönderilmiş, gitmiş”, ne dersen de; kopmuş biri ardından, “Darbeciydi, yazıları zaten meşru değildi. Gazetecilik yapmaya hakkı yoktu” dedi.

(O zamanlamanın “çok şık olmadığını” şimdi kendi de söylüyor!)

Bekir Coşkun Habertürk’te yazarken onunla Balyoz ve darbecilik üstüne tartışmış; zaten Hürriyet’ten onca insan kovulurkenki sessizliğine isyan etmiş, Basın Özgürlüğü ödülü almaya, onca kişi susturan yayın yönetmeni Özkök ve patronuyla gitmesine kızmıştım.

Onlar bir yana… O gün gelince de, o sıra Habertürk’te yazan genç kardeşler havaya ıslık çalarken, “Coşkun’un gönderilmesi üzerine” bir yazı yazdım. (Bu yazıları Coşkun sonra çıkardığı kitaba da aldı.)

Gazeteci olmayan Karakaş’ın, yıllardır gazeteci olan Coşkun’un sustuğu gün, onun hepten susturulmasını meşru, “Anayasal” sayan fetvacılığına karşı bir yazı daha yazdım.

Ukdesi işte bu!

 

***

 

Karakaş Kardaş; bana epey uzak kişiler için de böyle çok yazdım. Keşke sen de onca yıllık yakının M. Altan için harbiden, şöyle yoğun duygularla yazsaydın.

Çünkü ilke; susturmak değil, konuşturmaktır.

Ne Altan’ın, ne Özkök’ün, ne Çölaşan’ın, ne Koru’nun, ne Temelkuran’ın, ne Mağden’in, ne Mete’nin, ne Mert’in, ne Taşgetiren’in, ne Coşkun’un, ne Akyüz’ün, ne Şık’ın, ne Zarakolu’nun susturulması!

Hepsinin gazetecilik yapabilmesini, yazabilmesini savunurum.

Kiminin yazdığını, fikrini, ilişkisini, başkasına veya bana ettiğini ayıplayabilir, tartışabilir, nefret de edebilirim ama, senin “Anayasa ikinci maddedeki hukuk devleti, laiklik, demokrasi geniş parantezi içinde yazmak zorundalar” fetvanı asla kabul etmem.

Parantezde “sosyal”i unutmuşsun zaten; ama ne ikinci maddesi ya!

Herkes mecbur mu parantez içinde düşünmeye. Nasıl değişecek o zaman Anayasa, kanunlar? Bunlar darbe anayasasında da yazılı hem!

Ayrıca bu piyasada kimler kimler varken, hiç etik metik deme, beni daha çok tetikleme!

Tabii ki darbecilikle mücadele edilmeli; tabii ki nefret suçundan nefret edilmeli.

Ama “darbe destekçisi olmuş yazar”, sandığından çok fazla. Mevsimin liberal, demokrat, muhafazakârı arasında da.

Hepsini bul, gayri meşru ilan et! Hepsinin susturulması için isimleri listele.

Sen susturmaya gerekçe arıyorsun. Ne yazarlığına, ne akademisyenliğine, ne liberalliğine yakışır.

İstersen gidip bir de AİHM’e sor!

 

Not: Bir araba lafla, Alamolarla filan “Sözcü’de” diye andığın Bekir Coşkun, Cumhuriyet’te! Ama bu kadarcık kusurun, o kadar kusur yanında ne ki!

 

 

Hangi Fransa!

 

Kahpe Fransa” bize oyun oynarken, “Aslan Fransa”; “sözdenin sözde inkârının sözde cezalandırılması” oyununu bozdu.

Biz Fransa’yı boykota başlamıştık.

Ama hangi Fransa’yı boykot edeceğimizi şaşırdık!

Böyledir işte.

Birden fazla Fransa, birden fazla ABD, birden fazla Türkiye; devletler, halklar, insanlar, birbiriyle mücadele halinde olanlar, politikalar ve de ilkeler, haklar, özgürlükler vardır.

Toptancı, ezberci, nefretten nefrete koşan kafalara inat; hayat bu çelişkilerle yürür, bu mücadelelerle devinir, tarih ve hukuk bu renklerle yoğrulur, hakikat bu çeşitliliklerle büyür.