İnsanlar birisine karşı fikrini onunla ilgili deneyimlerden edinir. (Aslına bakarsanız “edinmelidir” demek daha geçerli olacaktır.) Bu; bir birey olabileceği gibi, bir grup, bir topluluk veya bir halk da olabilir.
Ancak insan beyni tembel (ya da pratik mi demeliydim) bir yapıya sahip olduğu için tasnif etme yöntemine başvurur. Karşısındakinin temel bazı özelliklerine (cinsiyet, yaş, fiziksel özellikler, meslek…vb.) bakarak onu daha önce oluşturduğu belli bir kategoriye dahil eder.
Ancak bu, pratik bir yöntem olmasına rağmen, her zaman doğru bir sınıflandırma yapılamayacağından, ya da insan denilen yapı bu tür basit sınıflandırmalara dahil edilemeyecek kadar karmaşık olduğundan, aynı zamanda sorunlu bir yöntemdir.
Eğer birisi veya birileriyle ilgili deneyimimiz az veya yoksa (mesela çoğumuz henüz bir astronotla tanışmamışızdır, ya da budist bir rahip, ya da belki bir Ermeni, Alevi, Kürt, madenci, trans bir bireyle ilgili deneyimlerimiz de çok kısıtlı veya hiç yoktur…vs.) ona karşı fikirlerimizi oluşturan temel şey kitle iletişim araçlarıdır; okuduklarımız, duyduklarımız, gösterilenler, sunulanlar… Televizyon, internet, gazete, dergi, kitap…vs.
Eğer mantık, akıl, vicdan, etik gibi bileşenlerden oluşan sağlam bir süzgecimiz yoksa söz konusu aygıtların sunduklarını mutlak ve genele dair doğrular olarak kabul ederiz.
Esas meseleye gelirsek… Son bir kaç gündür basında Suriyelilere yönelik bir linç kampanyası yürütülmekte. Sadece son bir haftada çıkan bazı haber başlıkları şöyle:
- “Bursa’da Suriyelilerden genç kıza taciz!”
- “Misafirler (!) suç makinesi gibi”
- “Gaziantep ayakta: 4 Suriyeli.. 3 yaşındaki erkek çocuğuna camide tecavüz iddiası!”
- “Konya’da Suriyelilerle Köpek Kavgası”
- “Suriyeliler Türk gencini öldürdü!”
- “Konya’da Türklerle Suriyeliler arasında “Köpeğe niye tekme attın?”
- “Urfalılar ile Suriyeliler arasında iş kavgası”
Eminim ki birkaç dakikalık bir aramayla bu başlıklar çoğaltılabilir. Elbette söz konusu haber tarzı yeni değil. Daha önce de Kürtler, Aleviler, LGBTİ’ler, Çingeneler, Ermeniler ile ilgili benzeri haberleri gördük. Gerilime ihtiyaç duyulduğu anlarda bu haberleri sıklıkla görüyoruz ne yazık ki…
Peki Suriyeliler özelinde düşünürsek eğer; bunların ne kadarı gerçek? Sunulan bilgiler genele ne derece tekabül ediyor?
Yukarıdaki haber başlıklarına bakarsak eğer Suriyeliler tam bir “suç makinesi” fikrine kapılabiliriz. Ama gerçek öyle mi, hep beraber bakalım…
Emniyet ve AFAD’ın sunduğu raporlarla başlayalım incelemeye. Elbette bu kaynaklar hükümete bağlı oldukları için pek de güvenilir olduğu söylenemez. Ancak yine de bakmakta fayda var.
Emniyet kayıtlarına göre 2013’te yaşanan olay sayısı 1 milyon 340 bin 573. Suriyeliler bu olayların 5 bin 727’sinde varlar. Yani oranları yaklaşık %0,43… 2011’den itibaren gerçekleşen 6 milyon 74 bin 369 adli olayın ise 20 bin 48’inde Suriyeliler var. Yani suça karışma oranları %0.43… Suriyeliler, 2014’ün ilk 6 ayında ise 1 milyon 188 bin 240 olayın, 11 bin 136’sında şüpheli ya da mağdur olarak yer aldı.
Şimdi pek de güvenilir olmayan emniyet saporlarını bir kenara bırakalım. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan’ın “Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum Araştırması”na bakalım.
Araştırma kapsamında katılımcılara “Suriyeli sığınmacılar bulundukları yerlerde şiddet, hırsızlık, kaçakçılık ve fuhuş gibi suçlara bulaşarak toplumsal ahlak ve huzuru bozmaktadır.” Önermesine ne derece katıldıkları soruluyor. Sonuç pek de şaşırtıcı değil. Bu önermeyi destekleyenlerin oranı % 62,3, katılmayanların oranı ise % 23,1’de kalıyor.
Raporda Suriyelilerin neredeyse birer suç makinesi gibi görülmesine dönük tespitler var: “Yerel düzeyde Suriyelilerin hırsızlık, fuhuş, gasp, kamu malına zarar verme vb suçlarla ilişkilendirilmesi oldukça yaygındır. Oysa yapılan bütün çalışmalarda Suriyelilerin suça karışma oranlarının yerel halkın suç oranlarından çok daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Buna rağmen algı abartılı biçimde olumsuzdur. “ (Kaynak: http://bit.ly/29GDDJA)
Araştırmanın sahibi Doç. Dr. Murat Erdoğan şu çarpıcı örneği de vermekte:“Kilis’te Suriyeli sayısı Türkiyeli sayısından fazla olmasına rağmen işlenen toplam suç oranın sadece yüzde 12’sini onlar işlemiş. Üstelik bunların çoğu kendi aralarında çıkan kavgalar.” (Kaynak:)
Benzer durum Gaziantep için de geçerli. Gaziantep Emniyeti’nin yaklaşık 215.000 Suriyelinin olduğu 2013 yılına dair raporunda Suriyelilerin suça karışma oranının %2.5 olduğunu ortaya koyuyor. (Kaynak: )
Almanya’nın nüfus olarak birinci sırada gelen Kuzey Ren Vestfalya eyaleti emniyet raporları ve adalet bakanının açıklamasına göre 2014 yılında yaklaşık 1,5 milyon adli olay yaşanmış. Ve mültecilerin karıştığı bu adli olayların oranı sadece %0,04…
Eyaletin raporu Federal Kriminal Daire’nin analizleriyle de örtüşüyor. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere (CDU) de rakamların, mültecilerin yerli vatandaşlarla benzer oranda suça bulaştığını söylüyor. (Kaynak:)
Almanya’ya dair bir başka rapor da yukarıdaki tezleri destekliyor: Benzer bir durum Helsinki polis departmanı tarafından da dile getiriliyor. (Kaynak: ) Konuya dair daha çok bilgi edinmek isteyenler şu linkleri inceleyebilirler: http://bit.ly/2ad5QsH –
Bu haber ve bilimsel araştırmaları düşündüğümüzde genel olarak mülteci veya sığınmacıların suça karışma oranının yerel halkla aynı hatta bazı araştırmalara göre daha düşük olduğunu söyleyebiliriz.
Dün Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusunda video röportaj yaptığım Mülteci-Der Başkanı Avukat Eda Bekçi bunun altındaki nedenler hakkında şunları söyledi:“Ülkemizdeki Suriyelilerin büyük çoğunluğu buradaki gelecekleri ile ilgili kaygılılar. Çünkü garanti altına alınmış bir hukuki statüleri yok. Bu kaygı onları suçtan olabildiğince uzak tutuyor. Polisi, askeri ya da yerel halkı karşısına alıp da kendi geleceğini riske atmak istemiyor. Aksi takdirde kampa hatta ülkesine geri gönderilebileceğini düşünüyor.”
Bu durumun bazı olumsuz tarafları olduğunu da ekliyor Bekçi: “Bu durumdan ötürü bazen haklı ve mağdur oldukları durumlarda bile polise başvurmuyorlar. Yaklaşık 2 yıl önce İzmir’de kapalı mekanda biber gazı kullanan polise yönelik suç duyurusunda bulunmasını istediğimiz sığınmacıları ikna etmek epey güç oldu. Ki polis sonrasında kendisine mukavemette bulunulduğunu ve hakaret edildiğini söyleyerek mağdur durumdaki sığınmacıları sanık durumuna düşürdü. Bunun dışında örneğin iş kazası ve alacak tahsil edememe gibi hallerde de dava açmak ve hakkını aramak konusunda çokça çekingen davranıyorlar.”
Diğer taraftan Türkiye’deki Suriyelilerin yaklaşık %54’ünün 0-17 yaş arasında çocuklar, %21.3’ünün de kadınlardan oluştuğu gerçeğini göz ardı etmemek lazım. Çocuk ve kadınların nüfusuna yaşlıları da dahil edersek eğer neredeyse %80’i çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşuyor. Sanırım bu kesimlerin genel olarak suça eğiliminin daha az olduğunu söylemek zorlama bir yorum olmaz. (Ki örneğin Türkiye’de erkekler kadınlardan çok daha fazla suç işlemektedir. Dünyada da durum pek farklı değil. Kaynak: )
Yukarıdaki araştırma ve verilerden de gördüğümüz gibi hem Türkiye’de hem de dünyadaki mevcut durumu incelediğimizde sığınmacıların/mültecilerin suç oranlarında bir artış yarattığı tezi geçersizdir. Hatta bazı araştırmalara göre mültecilerin suç oranı yerli halka göre daha düşük orandadır.
Diğer taraftan sizi bu kadar çok kaynağa, rapora, linke, istatistiğe gömdüğüm için üzgünüm. Ancak son zamanlarda “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” söylemiyle başlayan gidişat gün geçtikçe daha da kötü noktalara evrilmekte. Bu gidişatın ne kadar tehlikeli noktalara gidebileceğini 2014’te Gaziantep’te yaşananlardan ön görebiliriz. “Suriyeli ev sahibini öldürdü!” şeklinde sunulan haberlerin sonrasında gelişen olaylar Suriyelilere yönelik bir linç kampanyasına dönüşmüştü. (İlgili haber için: http://bit.ly/2addZ02)
Benzer durum birkaç gün önce Konya Beyşehir’de de yaşandı. (http://bit.ly/29VVUEy)
Medya bu tür zamanlarda ne yazık ki üzerine düşen sorumluluktan uzak, nefreti ve ırkçılığı körükleyecek türden haberlerini sıklaştırıyor. Suriyelileri birer suç makinesi gibi göstermekte, potansiyel birer suçlu olarak yansıtmaktadır.
Bize düşen medyanın algılarımız üzerinde oynamaya çalıştığı bu tür girişimlere karşı durmaktır. Aksi takdirde kısa vadede 6-7 Eylül Olayları’nı tekrar yaşamamız işten bile değil…
Gerilimden kimlerin beslendiğini aklımızdan çıkarmadan öfkemizi mültecilere değil, esas muhattabımız olan hükümete ve onun birçok soruna neden olan sığınmacı/mülteci politikalarına doğrultmamız gerekir…