Baştan şunu söyleyeyim ki; bu yazı ‘Buz dökme’ ile ilgili olmasına rağmen onu yerme veya övme amacını gütmemektedir…
ALS hastalığı ile ilgili 'buz dökme/ice bucket challenge' videolarını görünce Susan Sontag'ın 'Metafor Olarak Hastalık' kitabını anımsadım. Her ne kadar bir fotoğrafçı olarak Sontag'ın 'Başkalarının Acısına Bakmak' veya ‘Fotoğraf Üzerine’ adlı kitapları başucu kitaplarımdan olsa da bu kitabından bihaberdim birkaç hafta öncesine dek.
Öncelikle...
SUSAN SONTAG KİMDİR?
WikiPedia Sontag’ı ‘ABD'li deneme ve roman yazarı, kuramcı, eleştirmen ve insan hakları savunucusu.’ olarak tanımlıyor. 1933 yılında doğan yazar hayatının 30 yılını kanserle birlikte yaşamış ve 2004 yılında yine kanserle birlikte hayata gözlerini yummuştur.
Susan Sontag’ı 'Metafor Olarak Hastalık' kitabını yazmaya iten etken kanser hastalarının nasıl damgalandığını keşfetmesi olmuş. Sontag kitabında da açıkladığı üzre ‘metafor’ kelimesini Aristoteles’in Poetika’sında yer alan “Bir şeye başka bir şeye ait bir isim vermeye dayanır.” tanımı çerçevesinde kullanmaktadır.
Metafor, Latince ‘meta’ ve ‘phora’ sözcüklerinin birleşiminden oluşur. ‘Meta’ ‘öte’, ‘phora’ ise ‘taşıma’ anlamına gelmektedir. Türkçe karşılığı ise ‘mecaz (her ne kadar Arapça olsa da) istiare, eğretileme’dir.
Metafor’a konumuzla ilgili bir örnek vermek gerekirse: ‘Kanser ettin beni!’ Burada ‘kanser etmek’ gerçek anlamıyla değil, ‘sinirlendirmek, çılgına çevirmek’ anlamlarında kullanılmış ve bir metafor üretilmiştir.
Aslında bu örneği vererek Susan Sontag’a ihanet etmiş oluyorum. Çünkü bu kitabı yazmasının ana amacı dilin hastalıklarla ilgili metafor üretmesinin zararlarına dikkat çekmek.
Şöyle ki...
BİR METAFOR OLARAK HASTALIK
Susan Sontag hastalığı, ‘hayatın gece karanlığı’ olarak tanımlamaktadır. O’na göre, doğup hayata gelen herkes; biri “sağlıklılar”, diğeri “hastalar” ülkesinde olmak üzere, çifte vatandaşlığa sahiptir yeryüzünde. Her ne kadar insanlar ‘sağlıklılar’ ülkesinde yaşamak istese de, mecburi olarak bazı zamanlarda diğer ülkenin vatandaşı olmaktadır.
Sontag kitabında temel olarak tüberküloz, kanser ve AIDS hastalıklarını barındırdıkları metaforlar üzerinden incelemiştir.
Tüberküloz 19. yy.’ın, kanser ise 20. yy.’ın hastalığıdır. Bu hastalıkların metaforlara gömülmesine sebep olan unsurlar ise tıbbın çaresiz kalışı, tedavisinin bulanamaması, içten içe ‘kemiren’ hastalıklar olması ve denetlenemez şekilde ilerlemesi görüşleridir. Teşhisi, tedavisi konusunda bilimsel bilgilerin, verilerin, tespitlerin olmaması (tüberküloz için artık değil) onlara doğaüstü, gizemli, mistik anlamlar yüklenmesine sebep olmuştur.
Örneğin tüberküloz hastalığı yani verem, kendisi ile ilgili üretilen metaforlar nedeni ile Türkçe’de ‘verem etmek, verem olmak’ deyimlerinin üretilmesine neden olmuştur.
TDK ‘verem etmek’ deyiminin anlamını ‘çok üzmek, dert sahibi yapmak’; ‘verem olmak’ deyimini ise ‘sabırsızca davranmak’ olarak açıklamaktadır.
Görüldüğü üzre ‘tüberküloz’ bu deyimlerde bir hastalık tanımından taşarak (phore) ‘üzüntü kaynağı, dert sahibi yapan, sabırsızlık yaratan etken’ olarak kullanılmıştır.
Aynı şekilde tüberküloz yani verem ülkemizde ‘ince hastalık’ olarak adlandırılmaktadır. Bu da onun toplum tarafından görünüş ve algılanış şekli ve üzerine üretilen metaforlarla ilgilidir.
Çünkü tüberküloz romantize edilmiş bir hastalıktır. ‘Aşkından verem oldu, kara sevdadan ince hastalığa tutuldu’ cümlelerinde ya da iki verem hastası şairin hayatından bir bölümün anlatıldığı ‘Kelebeğin Rüyası’ filminde olduğu gibi...
Tüberkülozun henüz tedavisi bulunamamışkenki zamanlara dair birkaç metaforik anlamını yazarsak:
* İnsanın hayatına ‘sinsi’ce çalan ve onu çalıp götüren bir ‘hırsız’dır.
* İnsanı kendinden geçirircesine ‘sarhoş’ eder.
* Git gide insanı ‘tüketen, bitkin düşüren’ bir ‘şey’dir.
* Bir zaman hastalığıdır, zamanın önemini ‘kavrattığı’ için hayatı da hızlandırır.
* Yoksulluk ve mahrumiyet hastalığıdır.
* Estetize ve romantize edildiği için ‘kibarlık, nezaket ve duyarlı’ (‘aşkından verem olmak’ deyiminde olduğu gibi) olmanın bir göstergesi olmuştur.
Nasıl ki hastalığın tedavisinin olmaması onun üzerine yaratılan mitolojileri besleyip büyütüyorsa; tedavisinin bulunması da metaforların azalmasına, değişmesine veya (en azından bazılarının) yok olmasına zemin hazırlamaktadır. Ne var ki hastalıklar tedavileri bulundukça bayrağı (değişik şekillerde de olsa) bir sonrakine devretmektedirler. Tüberküloz da vebadan aldığı bayrağı tedavisinin bulunuşuyla bir sonrakine yani kansere devretmiştir.
KANSERE DAİR MİTLER METAFORLAR
Kanser hastalığının metaforik anlamları tüberkülozla benzeşse de bir çok konuda daha farklıdır. Çünkü kanserin belirtileri, semptomları toplumun onu algılayışını direkt etkilemekte ve bambaşka metaforlar türetilmesine neden olmaktadır.
Kanser kişinin iş, aşk veya hayatına dair özel veya toplumsal ne varsa tehlikeye soktuğu için (kişinin kanser olduğu için işten atılması, veba gibi bulaşıcı olduğu düşünüldüğü için iletişimin kesilmesi...vs.) gizlenir, üstü örtülür, çoğu zaman konuşulmaktan bile imtina edilir.
Hatta bu bilgi, yani kanser olduğu bilgisi hastanın kendisinden bile saklanabilmektedir. Çünkü kanser ‘ölüm’ün ‘öteki adı’dır ve bu bilgi hayatının son günlerini/aylarını/yıllarını daha güzel geçirmesi için hastalık sahibi kişiden gizlenmelidir(!).
Modern dünya insanı birkaç durum dışında ‘ölmek’ kavramını gündelik hayattan uzaklaştırmaya çalışmaktadır. (Bir kaç duruma örnek olarak askerlik, şehitlik, ölümün kutsanması verilebilir.) Oysa ilkel toplum insanı ölümü her ne kadar istenmeyen bir şey olarak tanımlasa da yaşamla birlikte onu kainatın bir parçası olarak görür. Yaşam ölmektir ve ölmek yaşamdır... Bu iç içelikte doğayla uyum içinde yaşamanın (ve tabii onunla birlikte ölmenin) önemli bir etkisi vardır. Ve birçok inanışa göre ölmek yeni bir yaşamın başlangıcıdır; tıpkı reenkarnasyon inancında olduğu gibi. Ya da ölülerin hala yaşama dahil olduğunu düşünen bazı toplulukların mezarlıkları kent içlerine, bahçelerine ya da evlerinin içine yapmaları ve hatta bazı topluluklarda mezarlıklara her öğün yemek bırakılması gibi...
Sontag modern dünyanın ölüm algısını şöyle özetliyor: “İleri sanayi toplumlarında ölümle yüzleşmek öylesine zorlaşmıştır ki, ölüm artık doğrudan incitici bir olay sayılmakta, insanlara ölmekte olduğu bilgisi kendilerinden esirgenmekte, ölüm üzerine tüm çeşitlemeler ‘iyi ölümün en kısa ve bilinçsiz ölüm’ şeklindeki bir yanılsamaya temellenir hale gelmektedir.”
Kansere yapışıp kalmış olan bu ‘ölüm’ metaforu günlük hayatta da sıklıkla kullanılmaktadır: ‘Kanser gibi ölümcül, kanserden de beter, kanser kadar tehlikeli...vs.’
Kanserle ilgili üretilen en önemli metafor ‘ölüm’dür ancak ve ne yazık ki sadece bu değildir.
Bilindiği gibi kanser metastaz yapabilen bir hastalıktır. Metastaz Wikipedia’de tanımlandığı gibi ‘’kanserli hücrelerin bulundukları doku dışında doğrudan ya da kan-lenf damarlarıyla başka bölgelere sıçramalarına verilen isimdir.’’
Ve ne ironiktir ki metastaz da metafor’a benzer bir anlama sahiptir. Yunancası ‘metastasis’ olan kelimede ‘meta’ ‘öte/bir sonraki’; ‘stasis’ de (phore’la benzer biçimde) ‘yer değiştirme’ anlamına gelmektedir.
Ve kanserin bu metastaz özelliği ona ‘yayılma, çoğalma, ilerleme’ gibi metaforik anlamlar edinmesine neden olmuştur. ‘Kanser gibi yayılmak, kanser gibi sarmak’ deyimlerinde olduğu gibi.
TDK kanseri şu şekilde tanımlıyor: ‘Bir organ veya dokudaki hücrelerin kontrolsüz olarak bölünüp çoğalmasına bağlı olarak yakın dokulara yayılmasıyla veya uzak dokulara sıçramasıyla beliren hastalık, amansız hastalık, incitmebeni, dokunmabana...’ | Kaynak: TDK -
‘Amansız hastalık’ yani ‘aman vermeyen, acımayıp öldüren’(!)
‘İncitmebeni, dokunmabana’ kelimeleri ise kanserin halk ağzındaki tabirleri. İncitmemek ve dokunmamak kelimeleri kuvvetle muhtemel kanser hastalarının morallerinin yüksek tutulması ile ilgili bir kullanım. (‘Dokunmamak’ kelimesi bazı kişilerin kanser hastalarına karşı gösterdiği tavırdan da ileri geliyor olabilir. Tabii bu sadece bir varsayım. )
Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi kitabındaki 9. masal ‘İncitmebeni’ adını taşımaktadır. Karasu kitabın bir yerinde incitmebeni’yi, yani kanseri bir yengeç ile imgeleştirmiş ve kanserin insanı tıpkı bir yengeç gibi kıskaca alarak yiyip bitirdiğini anlatmıştır.
Kanserin ‘ölüm’ ve ‘yayılma’ dışındaki metaforlarına bakacak olursak:
* Kanser ‘bozulma’dır; yerleştiği yer işlevini kaybetmeye başlar.
* ‘Çaresizliğin’ doruk noktası, mücade edişin güç olduğu bir hastalıktır.
* Çöküşü, acıyı ve mutlak bir ölümü tasvir ettiği için romantize edilmesi imkansızdır.
* ‘Derdinden kanser oldu’ (vereme benzer şekilde) söyleminde olduğu gibi onun bastırılan duygulardan ötürü inanışı hakimdir.
* Bundan ötürü kanser daha çok kişinin kendisinin neden olduğu bir hastalık olarak görülmektedir.
* Kanserin ‘savaşılacak’ bir hastalık olarak görülmesi ve ölümcüllüğü onu aynı zamanda gizlenmesi, saklanması ve utanılması gerekliliği gibi inanışları doğurmuştur.
Kanserle ilgili en önemli metaforik kullanımlar militarizm söylemleri içerenlerdir. ‘Çevre dokuları istila eden’, ‘savunma sistemi’, ‘ışın bombardımanı’ (yani radyoaktif tedavi), ‘kanserli hücrelerin imha edilmesi’, ‘Kanserle Savaş Derneği’, ‘Türkiye Kanserle Savaş Vakfı’...vs.
Bu metaforik kullanımlar kanseri ‘düşmanlaştırmak’ta; ‘savaşılması’ gereken bir ‘şey’ olarak tasvir etmektedir. Bu yüzden sık sık ‘kansere yenildi, bu defa kanser kazandı’ gibi söylemlerle karşılaşmaktayız.
Hayatı boyunca bir insan hakları savunucusu olan Sontag bununla ilgili şöyle diyor: "Hastalıklar ve onların tedavilerine yakıştırılan metaforların hepsi, eşit derecede iğrenç ve tahrif edici değildir. Benim yok edilip silindiğini görmeyi en çok istediğim metafor, askeri metaforlardır…"
Kanserin tedavisi hala bulunabilmiş değil. Bu yüzden yukarıdaki metaforlar güncelliğini korumakla birlikte tedavideki yeni gelişmeler, yaşam süresinin uzatılması gibi etkenler bazı metaforik söylemlerin ve etkilerinin değişikliklere uğramasına sebep olmuştur. (Birçok ülkede kanser olduğu bilgisinin hastanın kendisinden saklanmaması örneğinde olduğu gibi.)
Kanser bayrağı henüz teslim etmiş olmasa da birlikte yan yana koştuğu bir başka hastalık var: AIDS
Bu noktada Sontag’ın sözlerine kulak verelim: “Anlaşılan toplumların, tarihin her döneminde, kötülükle özdeşleştirmek istedikleri ve suçu onun kurbanlarına yıkacakları bir hastalığa ihtiyaçları mutlaka oluyor; ancak bu hastalıkların sayısının birden fazla olması da aynı derecede başa çıkılmaz bir tablo ortaya koyuyor.”
Gerçekten de Sontag’ın dediği gibi kötülükle özdeşleştirdiğimiz, suçu kurbana yıktığımız; hatta bunu yaparken seksist, ırkçı, ahlaki ve militarist söylemler kullandığımız en iyi(!) örneklerden birisidir AIDS.
Bilindiği gibi AIDS kan yoluyla, cinsel ilişki vasıtasıyla ve hamileliğinde HIV virüsü taşıdığından haberi olmayan anneden çocuğa yani plasenta yoluyla bulaşır.
AIDS, hem en çok cinsel yolla bulaşması hem de toplumun cinselliğe bakış açısı nedeniyle bu konuda bir çok metaforik anlama bürünmesine neden olmuştur. Cinselliğin ayıp sayılması, gizli yaşanması ve dahi bir tabu olması AIDS’in de utanılması gereken, gayriahlaki ve sinsi bir hastalık olarak tasvir edilmektedir.
AIDS yayılış yoluyla ilgili efsanelerce de (Afrika, maymun...vs!) desteklenen bu tasvirlerden ötürü, toplumsal zedelenmeyi ve yozlaşmayı ifade eden metaforlarda kullanılagelmiştir.
Ayrıca AIDS tıpkı kanser gibi ölüm çağrışımı çok güçlü olduğundan dolayı romantize edilemeyen bir hastalıktır.
PEKİ METAFORLAR NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
Metaforlar her ne kadar bir dilin kullanım şekliyle ilgili bir zenginlik (özellikle şiirde) olarak görülse de işlevi her zaman ‘şairane’ olmayabiliyor. Bunun en canlı ve acımasız örneğini hastalıklar konusunda görüyoruz.
Metaforlar içerdikleri anlam, işlev ve çağrışımlar bakımından edebiyatta, haberlerde ve dahi iletişimin her alanında önemli yer tutarlar; kişilerde ona dair bir bilgi, kanaat, yargı oluşmasına sebebiyet verirler; tıpkı ‘Kanser kadar ölümcül bir olay bu’ cümlesinde olduğu gibi. Bahsedilen olayın ölümcüllüğü vurgulanırken; kanserin de ölümcüllüğü tekrar (ve aslında hiç gereği yokken) dile getirilmiş ve söylem yeniden üretilmiştir.
Toplumun hastalığı algılayış biçimi ve bunun üzerinden yarattığı metaforlar insanların hastalıklara bakış açılarının temelini oluşturmaktadır. Bu (her zaman zararlı, çoğu zaman da yanlış) bakış açılarıyla ‘donanan’ kişi hastalıkla yaşayan kişilere karşı acıma, uzaklaşma, hor görme, yanlış yönlendirme gibi yaklaşımlar içerisine girebilmektedir. Hastalıkla yaşayan kişi ise tedaviye dair olumsuz davranışlar geliştirebilmekte, ondan korkmakta (kemoterapi gibi), hastalığı ‘mistik yönüyle’ ele alıp çareyi de yine mistik yollarda arayabilmekte ya da salt diyet ve psikoterapiden oluşan tedavilere yönelebilmektedir.
Metaforların işlevi ve önemi konusunda Sontag daha kesin ve sert sayılabilecek şu cümleleyi kurar: "Ben inanıyorum ki, metaforlar ve mitler öldürür!’’
Ayrıca Sontag’a göre; "Hastalık metaforlarının hepsi de beş para etmez mecazlardır. Gerçekten hasta olan insanlara, hastalıklarının adının 'kötülük timsali' olduğunu durmadan tekrarlayarak yardım edilemez."
Hastalıklarla ilgili metaforların kullanımları zaten ‘kötü’ ve ‘istenmeyen’ olan hastalıkların başka ve ‘sinsi, yayılmacı, istila edici, hırsız, gayriahlaki’ gibi yeni anlamlara taşınmasına neden olmaktadır. Bunların edimlere dönüştüğü anlar her zaman hastalığa sahip kişilerle iletişimi kesmek, dokunmamak kadar ‘az acı verici’ olmayabiliyor. Sontag’ın bu konuda verdiği Hitler örneği çok çarpıcıdır. Hitler, zamanında Yahudileri ‘frengi’ ile özdeşleştirerek; onların yok edilmesi, ortadan kaldırılması gibi zalimce fikirlerine altyapı oluşturması bakımından birer argüman olarak kullanmıştır.
PEKİ BUNLARIN ALS HASTALIĞI VE ‘BUZ DÖKME MEYDAN OKUMASI/ICE BUCKET CHALLENGE’ İLE İLGİSİ NE?
Yazının ilk cümlesinde olduğu gibi amacım, ‘Buz Dökme’ farkındalık çalışmasını övmek veya yermek değil. Elbette ALS hastalığını gündeme taşıması bakımından faydalı olmuştur. Eminim ki birçok kişi Google’a girip ‘ALS hastalığı nedir?’ diye aratmış ve bununla ilgili bilgiler edinmiştir. Bu bakımdan çalışmanın etkisi yadsınamaz.
Bununla birlikte tüm bu bilgiler ve dahi ‘Buz dökme meydan okuması/Ice Bucket Challenge’ videoları bizlerin bu hastalıkla ilgili bazı tasvirler geliştirmemize, mitler ve metaforlar üretmemize neden oluyorlar.
Metafor üretme ve/veya kullanma bilinç, bilgi, farkındalık ve duyarlık düzeyi ile ilgili değil veya çok az ilgilidir. Bu daha çok; dilin canlı, birikerek ilerleyen ve kişiden kişiye aktarılan özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Lakin dilin nasıl ilerleyeceğine karar verecek olanlar da onu kullanan bizleriz...
Bu noktada iki cümle bize rehber olabilir. Birincisi babası ALS hastalığı ile hayata gözlerini yummuş bir kişinin kurduğu şu cümle: “İster bağış yapın, ister kafanızdan aşağı su boşaltın! Ama rica ediyorum eğlenmeyin!’”
Son olarak da Susan Sontag’ın şu sözleriyle bitirelim: “Hastalık gerçekte bir metafor değildir, onunla hesaplaşmanın en dürüst yolu metaforik düşünceden kopmak ve hastalığa en yüksek dirençle karşı koymaktır.”
DİPNOT: Medyada metafor kullanımı ile ilgili kısa bir tarama yaptım. Bunlardan birkaçı şöyle:
‘Kanserden de kazadan da beter!’
Kaynak: HaberTürk |
Haberde kalp hastalıklarının ne kadar ölümcül olduğu kanserin ölümcüllüğü ile kıyaslanıp konunun önemi ve ‘dehşeti’ kanser ile/üzerinden pekiştirilmektedir.
"Kanser gibi tehlikeli!"
Kaynak: Mlliyet |
Haber MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 17 Aralık operasyonu ile ilgili. Bahçeli konuyla ilgili "Yolsuzluk ve rüşvet toplumsal hastalık olarak yayılabilir. Kanser gibidir. Tedbir alınmazsa yayılır." diyor. Burada kanser, ‘yayılmacı’ özelliğinden hareketle bir metafor olarak kullanılıyor.
‘Şemdinli kanser gibi tuttuğunu götürüyor’
Kaynak: Bianet |
Haberde Şemdinli’de görev yapan savcının yerinin değiştirilmesi kanserin metaforik kullanımıyla dile getiriliyor. Çifte çağırışım olarak oradaki görevinin ‘sona ermesi, bitmesi’ yani ‘ölmesi’ anlamlarına da gönderme yapılıyor.
BİLGİ NOTU: ALS hastalığı nedir? ALS hastalığının tedavisi var mıdır? ALS hastalığının nedenleri nelerdir? ALS hastalığının belirtileri nelerdir?
- Amyotrofik lateral skleroz (ALS), aynı zamanda motor nöron hastalığı olarak da anılan, merkezî sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin (nöronlar) kaybından ileri gelen bir hastalıktır.
Hastalık, merkezî sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin (nöronların) kaybından ileri gelir. Bu hücrelerin kaybı kaslarda güçsüzlük ve erimeye (atrofi) yol açar. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci nöronu da hastalanır. Zihinsel fonksiyonlar ve bellek ise bozulmaz.
- ALS hastalığının nedenleri hakkında bilim insanları kesin bir cevap verememekte ve birden çok nedeni olduğuna inanmaktadırlar.
- ALS hastalığının belirtileri genellikle ilk başlarda fark edilmez ya da gözden kaçar. İlk belirtiler, kaslarda seğirme, titreme, kas zayıflığı sonucunda kolların veya bacakların etkilenmesidir.
- ALS hastalığının tedavisi henüz bulunabilmiş değildir.
Kaynak: Wikipedia |