Baştan söyleyeyim ki amacım “duyar kasmak” değil. (Böyle bir konuya bu tarz “kişisel” bir cümleyle başlamak bile ortalarda dönen dilin ne kadar da yıkıcı ve baskıcı olduğunu anlamak bakımından üzücü.)

NE OLDU?

Özgecan Aslan’ı katleden 26 yaşındaki Ahmet Suphi Altındöken ve babası Necmettin Altındöken, kaldıkları cezaevinde silahlı saldırıya uğradı. Ahmet Suphi Altındöken, kaldırıldığı hastanede öldü, suç ortağı babası ağır yaralandı.

Sorun şu ki; hapishanede öldürülen Özgecan’ın katili şu anda gömülemiyor. Evet bu bir sorun. Tarsus belediyesi gece defin işlemine izin vermemiş, morgda yer yok demiş. Muhtar da kabul etmiyorum diyerek reddetmiş cenazenin köy mezarlığına gömülmesini.

Bu noktada iki kişiye kulak vermek gerek. Özgecan’ın babası “Gömülmesi gerekiyor. Herkes gidip dua etsin demiyorum ama Allah rahmet eylesin diyorum” demiş. Oğlunun cenazesini defnedemeyen anne ise feryat figan: “Ben anneyim, iki gündür otomobillerde bekliyorum. Oğlumun cenazesini toprağa vermek istiyorum. Öldü daha ne olsun? Çöpe mi atayım?”

Evet, birçok insanın bu dünyadan silinmesini, yok olup gitmesini, ölmesini isteyebiliriz. Hukukun yerle bir edildiği bu ülkede kendi adaletini sağlayan ellere “dert görmesin” demek, sevinçle karşılamak hoş da gelebilir birilerine, birilerini sevindirebilir de. Hatta “modern hukuk”a ve onun kurallarına karşı da gelebilir insan, bu da pek mümkün.

Peki, hukukun sağlanması için mücadele vermek dururken böyle “kısasa kısas” ve kanlı bir hukuku memnuniyetle karşılamak kolaycılıktan başka nedir?

Hukuk için, adalet için uğraşan, didinen, tamamen değiştiremeyeceğini düşünmesine rağmen nefes alabilecek alanlar yaratmak, yarıklar açmak için canla başla mücadele eden insanlar boşa mı kürek çekiyor?

Kendisi için en ufak bir hukuksuzluk ve adaletsizlikte söylenmedik söz bırakmayanlar; söz konusu başka biri olduğunda nasıl bu kadar (en hafif deyimle ) çirkinleşebiliyor? Evet bu kişi bir katil de olabilir; onun katil olması sizi veya söyleminizi güzelleştirmiyor.

Ne deniyor İnsan Hakları Bildirgesi’nin 3. maddesi, hani şu binlerce, yüzbinlerce insanın uygulanması için uğruna mücadele ettiği/ettiğimiz bildirgenin 3. maddesi: “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.”

Peki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi ile güvence altına alınan “Adil Yargılanma Hakkı”nı ne yapacağız? 

Biz “insan hakları” diye bağırıp çağırırken sadece kendimiz için mi istiyoruz bunu? Yoksa tüm insanlar için mi? Eğer ki sadece kendimiz içinse; bu en hafif deyimle ilkesizlik, “nerden baksan tutarsızlık” değil mi?

Elbette ben bir hukukçu değilim, tam bu noktada bir avukata hem de Özgecan Aslan davasının avukatlarından olan Sevim Küçük’e kulak vermek çok yararlı olacaktır. Bu yazıyı yazarken Küçük’ün Facebook profilinde şu uyarılar, bilgiler, tespit ve sorularla karşılaştım:

“Özgecan’ın katillerinden Ahmet Suphi Altındöken’i öldüren kişi cinayet, sahte para ve suç örgütü kurma suçlarından 50 yıla mahkum olmuş biri. Silahı tuvaletten bulduğunda “bu silah bana verilmiş bir görev için burada” diye düşünmüş ve kişiler de hiç yanılmadan cinayeti işlemiş.

Kardeşi; “şerefsizlere karşı bir adalet mecburi”, “İnsan kendini güvende hissediyor”, “Bu memleketin insanı sahipsiz değil”, incileri döktürmüş. Barış isteyenler için ‘kanlarını oluk oluk akıtacağız, kanları ile duş alacağız’ diyen Sedat Peker, Özgecan’ın katilleri için; ’en vahşi şekilde öldürülmelerini istiyorum, adalet istiyorum’ demişti.”

Küçük iletisine çok haklı olduğunu düşündüğüm şu sorularla devam ediyor:

“Hak arama ve adalet mücadelesini eli kanlı katillere mi bırakacağız? Halkın adaleti diyenler; halk dediğiniz bunlar mı ve halkın adaleti bu mu? Verdiğimiz toplumsal ve hukuki mücadele gereksiz ve boşuna mıydı?

Özgecan cinayeti ilk günden itibaren kişiler, kurumlar, siyasetçiler, yöneticiler vs vs tarafından hiç olmadığı kadar suistimal edildi ve edilmeye devam ediliyor. Düşünce ve duygularımızı yönetmeye, Özgecan üzerinden mafya kanunlarını geçer kılmaya, meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bundan en çok kimler zarar görür?”

Şimdi gelin elimizde kalanlara bakalım:

1) Genç bir kadının hayatına mal olmuş, süreci toplumun çoğunluğu tarafından bir şekilde takip edilen, adaleti sağlanamadan kapatılmak durumunda bir dava!

2) Adalet önünde hesap vermeden öldürülen bir kişi.

3) Kızının katillerinin hesabını soramayacak olan bir anne, bir baba, bir aile…

4) Suça dair herhangi bir dahli olmamasına rağmen oğlu öldürülen ve onun ölüsünü bile gömemeyen, cezalandırılan bir anne.

5) Toplumda hatırı sayılır bir şekilde kabul gören, kendini üretip meşrulaştıran çeteci bir “adalet”.

Adaleti sağlamanın yolu, bir katilin başka bir katili öldürmesi değildir. Hrant’ın sevgilisi Rakel Dink’e atfen bize düşen bir bebekten böyle bir cani ve katil kişilik yaratan karanlıkla mücadele etmektir.

Hepimiz bu toplumu yaratan bireyler olarak kendi sorumluluğumuzun farkına varmalıyız.