İslami Şebap, biz gelmeden 10 gün önce Mogadişu'dan çekilmiş. Yardım kuruluşları da hareketlenmiş. Ama 'Yine döneceğiz' diyorlar.

The Ambassador, Mogadişu’nun en güvenli ve en bakımlı oteliymiş. Bizi havaalanından ciplerle alıp ellerinde makineli tüfekler olan 10’dan fazla özel korumanın bindiği açık bir pick-up’un eşliğinde buraya yerleştirirken, “Otelin önüne sakın çıkmayın, yabancıları en çok burada öldürdüler” dediler. Şehirle ve Somali’yle bu şekilde tanıştık.

Mogadişu’ya indiğimiz andan itibaren telefonlarımız kesildi. Umudumuz internetteydi. Oteldeki görevli Omar Hüseyin çok cana yakın bir delikanlı. Ona internetin çalışmadığını söyledim: “No problem” dedi, biraz sonra modemi değiştireceğini ve internetin çalışacağını söyledi.

İlk izlenimim bunca acıya ve çaresizliğe rağmen, insanlar iyimserdi. “Hallederiz abi” durumu egemendi. Sevimli ve cana yakın insanlar çoktu. Bizim Nairobi üzerinden Mogadişu’ya gelmemizi sağlayan Kimse Yok mu’ yardım kuruluşu, eşyalarımızı bıraktıktan sonra yardım dağıtım etkinliğini görmeye götürdü.

Etrafımız makineli tüfekli, rastgele hareket ediyormuş gibi davranan korumalarla çevriliydi. Biz ciplerle şehrin ana caddesinden giderken, şehre yeni geldiği belli olan, evsiz barksız insanların el sallamalarına tanıklık ediyorduk.

Ana cadde, özel olarak hazırlanmış film seti görünümdeydi. Belli ki bir zamanlar burada güzel evler içinde mutlu insanlar yaşarmış. Hepsi delik deşik olmuş, birçoğu belli ki top ateşiyle yıkılmış. Bazılarına bileği güçlü göçmenler yerleşmiş. Bunun bir ‘ayrıcalık’ olduğunu kamplardaki çadırları görünce anlayacaktık.

El Şebap

El Şebap örgütü, Somali’nin El Kaide’si ya da Taliban’ı olarak tanımlanabilir. İç savaşın korkulu rüyası olan bu örgüt, bir şeriat rejimi kurmak iddiasıyla tanınıyor ve şimdiki Ahmed Şerif yönetimini Amerikan kuklası olmakla suçluyor.

El Şebap biz Mogadişu’ya gelmeden 10 gün kadar önce şehri terk etmişti. Bu, yönetim tarafından “El Şebap yenildi ve kaçtı” şeklinde değerlendirilmişti. Sohbet ettiğim Somali güvenlik şeflerinden birisi, “Onları şutladık” dedi. Nereye gönderdiklerini sorduğumda, “Mogadişu’nun 50 kilometre ötesine” karşılığını verdi. El Şebap yetkilileri ise, şehri geçici olarak terk ettiklerini doğruluyor, “Haçlılardan kenti geri alacağız” açıklamasını yapıyorlar.

İlk gün, ‘Kimse Yok mu’ kuruluşunun yardım dağıtımını izlemek için etrafı demir kapılarla çevrili bir okulun bahçesine gittik. Silahlı muhafızların beklediği kapıya içeriye giremeyenler yükleniyordu.

İçeride meydanda ellerinde sarı karneler bulanan insanlar sıralanmıştı. Önlerinde de 3 litrelik plastik bir yağ şisesi, un, şeker ve pirinçten oluşan bir torba duruyordu. Bu gıda paketleri teker teker karneler alınıp onlara veriliyordu. Sopalı muhafızlar arada bir dayak atarak düzeni sağlıyorlardı. İnsanları büyük çoğunluğu sessiz ve vakur bir şekilde sıralarının gelmesini bekliyordu.

Yardım işini organize eden Bilal Bey, bir gün önce bu insanların kamplarına gittiklerini ve aile başına birer sarı karne dağıttıklarını ifade etti. “Bu karneler olmasa dağıtım yapamayız, o kadar çok aç insan var ki… Göreceksiniz çaresizliği…”

Bize yönelik bir telaş göze çarpıyordu. El Şebap birkaç gün önce çekilmişti, ama ‘canlı bomba’dan korkuyorlardı. O nedenle topluluğa fazla yaklaşmamamız konusunda uyarılarda bulundular.

Etrafımız makineli tüfekli korumalarla doluydu. Bunların içinde El Şebap örgütünden kişilerin olmadığından emin olmamız mümkün değildi.
‘Kimse Yok mu’ yardım kuruluşu bir merkez bina kiralamıştı. Çok kısa bir süre önceye kadar önemli bir bölümünü El Şebap’ın kontrol altında tuttuğu şehirde yardım işlerini gerçekleştirmek zordu. Ağustos başında çekilmesi yardım kuruluşlarının hareket kabiliyetini arttırmıştı.

‘Kimse Yok mu’ kuruluşunun kiraladığı merkez, bir süre önce El Şebap üyesi yeğeni tarafından öldürülen İçişleri Bakanı’nın eviydi. Büyükçe bir bahçesi, yüksek duvarlı, korumaları olan, aylığı 2 bin dolara kiralanmış bakımlı bir binaydı bu.

Bilal Bey, malzemeleri stokladıkları depoları kiralarken ilginç bir olay yaşamıştı. Kiralayabilecekleri binaları öğrenmiş ve gidip görmek istediğini söylemişti. “Gidemezsin, güvenlik açısından mümkün değil” cevabını alınca ısrarını sürdürmüştü. Sonunda onu üzerinde çok sayıda silahlı koruma olan bir panzerle kiralayacağı depoların olduğu yere götürmüşlerdi.

Depoları biz de gördük... Anlaşılıyordu ki, 10 gün öncesine kadar oralarda ‘beyaz adam’ın gezmesi mümkün değilmiş.

Ölenler çadıra gömülüyor

Kamplar bir felaket. Şehrin değişik meydanlarına gelip topluca yerleşmişler. 30-40 bin kişinin yaşadığı söylenen alanlar futbol sahası kadar bile değildi. Çadırların genişlikleri 2 metre bilemedin 3 metre çapında. İçlerinde yaklaşık 10 insan yaşıyor. Bazı kamplarda aralara tuvalet yapılmış, bazılarında o da yok. Bu kamplara yardım kuruluşları gelip gıda maddesi dağıtıyorlarmış, ancak insanların bu maddeleri pişirebilecekleri bir imkânları da yok. Ölenleri de çoğunlukla çadırların içine gömdüklerini söylediler.

Şimdi sistem farklı. Kamp sakinlerinin de katıldığı mutfaklar kurulmaya başlamış. Büyük kazanlarda yemekler pişiriliyor ve sırayla dağıtılıyor. Mutfak çalıştıran bir yardım gönüllüsü, “Hijyen şartlarına pek dikkat edemiyoruz, önce karınlarını doyurmayı hedefledik” diyor.

Yıllık iznini burada çalışmak için alıp gelmiş doktorların yanına gidiyoruz. Kampın yanına tenekeden küçük bir sağlıkevi gibi bir bölüm kurmuşlar. Koleradan mantara kadar her türlü hastalıkla mücadele ediyorlar. “Çocuklar ellerimizde ölüyor” diye feryat ediyorlar.

Bu kamplara gelmenin de bir şans olduğunu söyledikleri zaman şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Kamplara belli aşiretler kendi mensuplarını alıyorlarmış. Şehre açlık nedeniyle yeni gelenler ise ortalıktalar, şaşkın ve çaresiz durumdalar, geçenlere “açız” diye bağırıyorlar.
Mogadişu yeşil bir şehir. Bir yanı Hint Okyanusu’na bakıyor, bir yanı dağlara. Zamanında güzel bir şehirmiş. İç savaş, aşiret kavgaları bir şehri yok etmiş. Eskiden açlık da yokmuş. Ama zaten savaş yüzünden artık ülkede ev de kalmamış, insan da...

Mogadişu, yıkık ve mahzun bir şehir. İnsanları sevimli ve cana yakın…

Şoförümüz Muhammed bizi Mogadişu Havaalanı’na götürürken, barikatları aşmak için olağanüstü gayret gösteriyor... Havaalanını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı Uganda’lı paralı askerler koruyor. Onlar da Somalililere güvenmiyor.

Muhammed, “Bunlar Türkler” deyince Ugandalı muhafızların yüzü gülüyor…

Orada insanlar yaşıyor, orada insanlık ölüyor…

Lanet olsun savaşa da, iç savaşa da…