Recep Tayyip Erdoğan, 1994 Mart'ından bu yana girdiği hiçbir seçimi kaybetmedi. Aynı şeyi, partisi için de söylemek mümkün: 2002 genel seçimlerini kazandığından bu yana oylarını sürekli (ve şaşırtıcı bir ivmeyle) artıran AKP, beş genel, üç de yerel seçimden birinci parti olarak çıktı, bu süre içinde üç referandumdan da istediği sonucu aldı. İktidara geldiğinde yüzde 34 civarında olan oyu, beş yıl sonraki genel seçimlerde yüzde 46.5'e, 2011 genel seçimlerindeyse yüzde 49.8'e yükseldi.

Bu ilginç trendin tek istisnası, 2015'in Haziran ayında yapılan genel seçimlerde oylarının yüzde 40.8'e düşmesi ve yine sandıktan birinci parti olarak çıkmasına karşın, HDP'nin etkili bir muhalif güç olarak dengeleri değiştirmesiyle birlikte parlamento çoğunluğunu yitirmesiydi. İşlerin "normal" yürüdüğü bir ülkede olsaydık, 7 Haziran seçimlerinin ardından muhalefet partilerinin bir koalisyon oluşturarak hükümeti kurması ya da AKP'nin iktidarda kalmak için kendine en yakın gördüğü partiyle koalisyona gitmesi gerekirdi. Ancak, bunun yerine "Biz bu seçimi saymıyoruz" kıvamındaki "işi yokuşa sürme tavrı" siyasi atmosferde belirleyici oldu ve beş ay sonra genel seçimler yenilendi. Yine oldukça ilginç biçimde, 1 Kasım 2015'te yapılan bu seçimlerde AKP'nin oyu yeniden yüzde 49.5'e yükseldi, her şey kaldığı yerden devam etmeye başladı. (Haziran ile Kasım seçimleri arasında MHP yüzde 4.5, HDP de yüzde 2.4 oy kaybetmiş görünüyordu ama AKP, oylarını bu kayıpların toplamından yaklaşık yüzde 2 daha fazla artırmıştı.)

2018 Haziran'ında yapılan başkanlık seçimlerinden Recep Tayyip Erdoğan, "Cumhur İttifakı" içinde yan yana durduğu MHP'nin de desteği sayesinde, yüzde 52.6'ya ulaşan oy oranıyla galip çıktı. Aynı gün yapılan milletvekili genel seçimlerinde AKP'nin oyları yüzde 42.6'ya gerilese de, istenen sonuç elde edilmiş, başkanlık kazanılmıştı artık.

Gelelim diğer cepheye. Kemal Kılıçdaroğlu, ilk kez 2009 yerel seçimlerinde CHP'nin İstanbul Büyükşehir adayı olarak sahneye çıktı ve seçimleri kaybetti. Ancak İstanbul'da aldığı yüzde 36.8 oy, CHP için yüzde 8'lik bir artış anlamına geliyordu ve 2010'da partideki "kaset skandalı"nın ardından boşalan genel başkanlık koltuğuna yerleşmesi, bu nedenle partide "iyimser" rüzgârlar esmesine neden oldu.

Bu tarihten sonra Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi CHP, dört genel, bir yerel seçim kaybetti ve iki referandumda da "istemediği" sonuçları aldı. 2011 genel seçimlerinde partinin oyu, yüzde 26'yı ancak bulurken, 2015 Haziran'ında bu oran yüzde 25'e geriledi, beş ay sonraki ikinci seçimde de yüzde 25.3 dolayında kaldı. 2018 genel seçimlerinde CHP'nin oyları yüzde 22.6'ya kadar gerilemiş; partinin desteklediği başkan adayı Muharrem İnce de başkanlık seçiminde yüzde 30'u ancak bulmuştu. Kısacası ana muhalefet partisi, 16 yıldır iktidarda bulunan "rakibi" karşısında "yükselen bir dalga" oluşturmak bir yana, bulunduğu konumu korumakta bile zorlanmış ve hatırı sayılır biçimde geriye düşmüştü.

CHP'nin hiç de şaşırtıcı olmayan bu "etkisizleşme" eğiliminin tarihsel ve ideolojik nedenleri son derece açık aslında ama bu konuyu şimdilik bir yana bırakalım. Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili ana mesele şu: Bu yerel seçimler iktidar ve muhalefet için nasıl bir anlam ifade ediyor ve yaklaşık 50 gün sonra sandıktan çıkacak sonuçla ilgili nasıl bir beklentimiz olabilir?

Geçen yazımda, muhalefetin üç büyük şehirde belediye başkanlıklarını kazanıp, yerel seçimlerden oyunu hatırı sayılır biçimde artırarak çıkması durumunda siyasi dengelerin değişmesinin teorik olarak mümkün olduğuna değinmiş, bunun için nesnel koşulların da hiçbir zaman olmadığı kadar uygun göründüğünden söz etmiştim. Ama burada her şeyin önüne geçen öznel koşul, yani bu tür bir muhalefet dalgasını yükseltebilecek kesimlerin istek, irade ve becerileriyle ilgili ciddi kuşkular olduğuna da dikkat çekmiştim.

Her şeyden önce, şunu net olarak görmek gerekiyor: CHP'nin (hiç değilse büyük şehirlerde) muhalif oyları konsolide etmeyi başararak kilit belediye başkanlıklarını kazanma ve iktidarın keyfini kaçırma potansiyeli, son derece düşük. Yukarıda değindiğim, oy oranlarındaki kıpırtısızlık, hatta son genel seçimlerde yaşanan düşüş, ancak geniş cepheli ve demokrasi ilkelerinde uzlaşmış bir ittifakın sağlayacağı yeni ve taze bir enerjiyle aşılabilirdi. Böylesi bir ittifak için HDP'nin "olmazsa olmaz" bir aktör olduğu bu kadar açık ve net biçimde ortadayken, CHP yönetimi bilerek ve isteyerek uzak durmayı, hatta zaman zaman "hasmane" görünmeyi seçti. Varlık nedeni bile net toplumsal taleplere dayanmayan; yalnızca MHP'nin iktidara payanda olmasından sonra milliyetçi-muhafazakâr oyların bir kısmını devşirerek siyasi yelpazede kendine yer bulmaya çalışırken HDP'yi yok sayan İYİ Parti'yle ittifak konusundaki ısrarcılığı, bunun en açık ifadesi zaten. Kemal Kılıçdaroğlu, sözünü ettiğim nitelikte bir muhalefet cephesini oluşturacak yetenek ve kapasiteden uzak olması bir yana, böyle bir şeye niyetli de değil.

Peki siyasi iktidar açısından bu yerel seçimler ne ifade ediyor? AKP ve müttefiki MHP, büyük şehirler başta olmak üzere CHP'nin siyasi konjonktürü değiştirebilecek bir hamle yapabileceğinden endişe ediyor mu?

Asla böyle bir şey söz konusu değil. AKP kurmayları, bu konuda son derece rahat. İstanbul'da İmamoğlu'nun, Ankara'da Yavaş'ın seçim kazanmasına ihtimal bile vermiyorlar ve bunda haksız da sayılmazlar. Karşılarında "kazanmaya değil konumunu korumaya" çalışan bir ana muhalefet partisi olduğunun farkındalar ve bundan son derece de hoşnutlar. "Cumhur İttifakı"nın önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili tek bir amacı ve hedefi var: HDP'yi yenilgiye uğratmak ve "kayyum sistemi"nin devamı niteliği taşıyan adayların güneydoğudaki seçim bölgelerinde kazanmalarını sağlayıp, kendisi için asıl endişe kaynağı olan rakibi etkisiz hale getirmek. Bunun için tüm önlemler de alınıyor zaten: Seçmen demografisiyle ciddi biçimde oynayacak nüfus mühendisliği hamlelerinin aylardır sürdüğüne ilişkin haberler dolaşıyor ortada. Güneydoğu illerinde şimdiye dek görülmemiş bir miktarda "resmi görevli" sevkiyatı var. Hepsi de oy kullanacak olan bu görevlilerin miktarının, bölgede HDP ile AKP arasındaki oy farkı kadar olduğundan söz ediliyor.

Çünkü, AKP ve ittifak halinde bulunduğu unsurlar çok iyi biliyorlar ki, ülkede onları endişelendirebilecek tek muhalif güç, HDP. Son üç yıldır yoğunlaşan ağır baskıların nedeni de bu zaten. 2014'ten bu yana yeni ve taze bir siyasi aktör olarak kendini kabul ettiren HDP'yi ne pahasına olursa olsun geriletmek istiyorlar. İktidar cephesinde kimsenin İstanbul'la, Ankara'yla ya da diğer büyük şehirlerdeki sonuçlarla ilgili kaygısı yok; tek hedefe kilitlenmiş durumdalar ve bu yerel seçimlerin onlar için tek anlamı bu.

Benzeri durum, HDP için de söz konusu. AKP iktidarının bu yerel seçimleri, bölgedeki dengeleri değiştirmek için kullanmak istediğini biliyor ve bütün olanaklarını seferber ederek konumlarını korumaya çalışıyorlar. İlgi ve enerjilerini, sonuçları neredeyse belli olan "Batı metropolleri"ne harcamaktansa, mücadelenin en çetin geçeceği coğrafyada bunca çabayla elde edilmiş kazanımları korumaya yoğunlaşmak elbette daha anlamlı görünüyor. Üstelik, mevcut koşullarda bunun hiç de kolay olmadığını biliyor HDP. "Eğer yine onların adayları seçilirse, görevden alır yine kayyum getiririz" diyen bir zihniyetle mücadele ettiklerinin farkındalar.

Eğer önümüzdeki elli gün içinde çok olağanüstü gelişmeler olmazsa, AKP'nin yerel seçimlerden pek önemli bir kayba uğramadan çıkacağını söylemek mümkün. Asıl mesele, uzun zamandır yoğun ve sistematik bir baskıya maruz kalan HDP'nin, güçlü olduğu bölgelerde konumunu koruyup koruyamayacağı. Bunun dışında, önümüze getirilen sandığın hiçbir anlam ve önemi olmadığını düşünüyorum. Manzara hep aynı çünkü: "Onların hepsi, HDP tek."