Yaklaşık dokuz ay önce yapılan başkanlık seçimleri, değişim ve demokratikleşmeden yana kitleler için birçok anlamda hüsranla sonuçlanmış; en iyimser olanların bile umut ve beklentilerine ciddi bir darbe indirmişti. Böylesi koşullar altında, üstelik daha aradan daha bir yıl bile geçmemişken, insanları bir yerel seçim için sandığa getirecek motivasyonu yaratmak hiç kolay değildi elbette. Oy vererek bir şeyleri değiştirebileceğinize ilişkin inancınız zedelenirse, seçimlere olan ilginiz de doğal olarak bir hayli azalır. Tüm bu olumsuz tabloya karşın, 31 Mart'ta yapılacak belediye seçimlerinin "bir şeyleri değiştirme" potansiyeli, kâğıt üstünde de olsa, vardı. Demokrat Haber'de yaklaşık iki ay önce yayımlanan bir yazımda, geçmişten örnekler de vererek, yerel seçimlerde muhalefetin alacağı olası bir başarılı sonucun olumsuz gidişatı tersine çevirebileceğinden söz etmiştim. Bunun için elbette iki ön koşul vardı: Ana muhalefet partisi konumundaki CHP'nin bu motivasyonu kendi seçmenine iletebilmesi ve özellikle büyük şehirlerde anahtar konumda olan HDP'nin, aday göstermediği şehirlerde kendi seçmenini muhalefet adaylarına mümkün olduğunca kayıpsız biçimde yönlendirebilmesi.

CHP tabanının bu konuda bir hayli sıkıntılı (daha da önemlisi, "küskün") olduğu bir sır değil. Kendisine büyük umutların bağlandığı başkan adayı Muharrem İnce'nin bir gazeteciye "Adam kazandı" mesajı gönderdikten sonra ortadan kaybolmasının yarattığı düş kırıklığı, iyimser beklentileri ciddi biçimde erozyona uğratmıştı. Aradan geçen dokuz ay içinde parti yönetimi, seçmenindeki bu psikolojik yorgunluğu giderip yeniden coşkuyu kuşanmasını sağlayacak adımları da atamadı nedense. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, bir gazetecinin kendisine yönelttiği, "Üç büyük şehirde belediye başkanlıklarını kazanırsanız, iktidarın üzerine gidip bir erken genel seçimi zorlar mısınız?" sorusuna, "Hayır, böyle bir konuyu gündeme getirmeyiz" dediğinde, seçmen motivasyonunu ciddi biçimde kırdığının farkında mıydı, bilemiyorum. Soru çok kritikti ve tabanı heyecanlandırıp yerel seçimleri iktidar için bir güven oylaması haline getirmenin yolu, elbette çok daha farklı bir yanıttan geçiyordu. Hiç değilse, "Bunu sonuçlar belli olduktan sonra konuşuruz, şu anda hedefimiz bu üç büyük kenti kazanmak" diyebilseydi, seçmendeki yılgınlık duygusunu kırmayı ve beklentilerini yitirmiş tabanını yeni bir hedefe yönlendirmeyi başarabilirdi belki. Yine de, Kılıçdaroğlu yönetiminin tüm "durağan"lığına ve kitleyi heyecanlandırmaktan uzak tavrına karşın, CHP seçmeninin parti örgütünden çok daha umutlu ve iyimser göründüğünü söylemek mümkün.

Bu seçimlerde anahtar rolü oynayacağı düşünülen HDP seçmeninin tavrı, bir diğer önemli meseleydi. Kayyumlara devredilen bölge belediyelerini geri almakla kalmayıp, yeni belediyeler de kazanacağı izlenimini veren partinin tabanı, heyecan ve motivasyonunu büyük ölçüde korumayı başarmıştı. Ama yukarıda aktardığım yazımda altını çizdiğim soru, hâlâ geçerliliğini koruyordu: "HDP seçmeni, dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanan; eski eş başkanlarının ve vekillerinin cezaevine atılmasına onay veren; HDP'ye yönelik bugüne dek hiçbir olumlu adım atmayan CHP'nin, pek de 'mutabakat' aramadan çıkardığı adaylara oy vermeyi içine sindirir mi?"

Geçtiğimiz hafta Selahattin Demirtaş'ın Yeni Yaşam gazetesinin sorularını avukatları aracılığıyla yanıtlarken söyledikleri, bu yöndeki soru işaretlerini azaltma konusunda bir hayli etkili oldu diyebiliriz. "Dışarıda olsaydım, kararsız seçmenimizi ikna etmekte elbette daha fazla fırsatımız olurdu. Ama buradan, kısıtlı imkânlarla da olsa, elimden geleni yapmaya çalışıyorum" diyen Demirtaş, HDP seçmenine şu mesajı iletiyordu: "Bütün halkımıza, tabanımıza çağrım ve varsa azıcık hatırım, ricam şudur ki, gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘FAŞİZME HAYIR’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın. Seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir. Oyunuz bu nedenle çok kıymetlidir. Seçimi boykot etmeyi asla düşünmeyin."

Demirtaş'ın sözlerinin yalnızca HDP'lilerin değil, CHP'lilerin üzerinde de büyük etki yaptığını söylemek gerek. Türkiye'nin belki de dürüstlüğüne en çok güvenilen siyasetçisinin olabildiğince net ve kararlı açıklamaları, İstanbul başta olmak üzere birkaç önemli kenti AKP'den geri alabilme inancını güçlendirdi muhalefet çevrelerinde. HDP seçmeni açısındansa, şu "hatır" meselesi elbette kritik önem taşıyordu. Demirtaş, parti içinde en çok "hatırı olan" isimlerden biriydi ve söyledikleri elbette dikkate alınacaktı.

Seçime bir hafta kala yapılan bu açıklamanın sonuçlar üzerinde ne oranda etkili olabileceğini, pazar akşamı göreceğiz. Ama özellikle İstanbul'da yüzde 10'un üzerinde oyu olan HDP'nin bu potansiyelin büyük bölümünü sandığa yansıtması durumunda, dengelerin değişebileceğini şimdiden söylemek mümkün. Hepsi bir yana, CHP'li vekillerin de oylarıyla katkıda bulunduğu bir sürecin sonunda dokunulmazlığı kaldırılarak cezaevine yollanan bir siyasi liderin, bütün bunları bir kenara bırakarak kendisini seven ve inanan seçmenlerine bu kadar net bir çağrıda bulunması, belki de son yılların en coşkusuz ve sönük seçimlerine heyecan getirdi.

"Hatır" meselesi, önemli. Hele, Selahattin Demirtaş söz konusuysa. Sandığa gitmeyi anlamsız ve yararsız gören birçok kişinin (kendimi de buna dahil ediyorum), "gerekirse bağrına taş basarak" sandığa gitmesine neden olacak kadar güçlüdür bu hatır. İki buçuk yıldır ufacık bir hücrede tutulup siyasi etkisi yok edilmeye çalışılan bir liderin, kendisi için değil, ülkedeki demokratikleşme adına bir talepte bulunması da, bildiğim kadarıyla bir ilktir. Sonuçların ne oranda etkileneceğini bilemem; ama bu hatır, "umut ve inancı koruma" gereğini hatırlatmak başta olmak üzere, çok şeyi değiştirir.