Geçen yazıda, mevcut "ittifak yapıları" korunarak gidilecek bir seçimlerden muhalefet adına bir "zafer"le çıkılmasını zayıf bir ihtimal olarak gördüğümden söz etmiş ve yönlendirilmiş algılarla beslenen siyasi denklemin daha en başından yanlış kurulduğuna dikkat çekmeye çalışmıştım. Kaldığım yerden devam ediyorum.

AKP-MHP iktidarının karşısında durmaya çalışan kitlelere "Buyurun size alternatif" diyerek Millet İttifakı adlı yapıyı sunmak, on yıllardır Türkiye'de sistemi kilitleyen dişlilerin çarklarına yağ sürmekten öte bir anlam taşımıyor. Çünkü:

1. "İki kutuplu" gibi gösterilen cepheleşmenin her iki kutbunda da net bir şekilde "sağ koalisyonlar" var. Millet İttifakı'nın bileşenlerine bakın: Refahyol iktidarında Mehmet Ağar'ın ardından içişleri bakanlığını devralmış; doksanların karanlık ortamındaki sorumluluğu gayet iyi bilinen; AKP iktidarı oluştuktan sonra da "ülkücü kimliğiyle" MHP saflarında yer almış Meral Akşener'in, yine MHP kadrolarından ayrılanlarla birlikte kurduğu İyi Parti... Kurucuları ve eski genel başkanları arasında Mehmet Ağar ve bugünün içişleri bakanı Süleyman Soylu'nun yer aldığı sağ muhafazakâr Demokrat Parti... 1990'ların ortalarında Refahyol iktidarının büyük ortağı olan RP'nin kadrolarıyla dindar-muhafazakâr bir sağ parti olarak kurulan, Saadet Partisi... Yakın zamanda bu ittifakın içinde yer alması beklenen iki parti de, "Sur'u Toledo yapacağını" söyleyen ve Erdoğan yönetiminde başbakanlık koltuğunu üstlenen Ahmet Davutoğlu'nun Gelecek Partisi ile yine AKP kurucu kadrolarında yer alan muhafazakâr sağ siyasetin temsilcilerinden Ali Babacan'ın DEVA Partisi. Resmin içinde en azından on yılların oturmuş algısı nedeniyle eğreti duran CHP'yi çıkarırsanız, elinizde kalan, 1970'lerin Milliyetçi Cephe hükümetlerinin günümüzdeki izdüşümünden başka bir şey değil. Yani, "Mevcut sağ iktidara alternatif arıyorsan, yine sağ içinde arayacaksın ey halkım!" diyen bir aklın eseri bu ittifak.

2. Daha biçimlenmeye başladığı ilk günlerden itibaren Millet İttifakı'na yüklenen birincil misyonun seçim kazanmak ve "demokrasiyi geri getirmek" değil, CHP'nin HDP'yle yakınlaşmasını engelleyecek bir bariyer oluşturmak olduğunu düşünüyorum. Yani, Kasım 2015 seçimleri öncesinde MHP'nin üstlendiği görevi devralarak CHP tabanındaki muhalif potansiyelin bir sol/sosyal demokrat mecraya yönelmesinin önünü kesmek. Meral Akşener'in bunun ötesinde, oluşacak yeni dengelerde "merkez sağın liderliğine soyunmak" gibi hedefleri de var elbette. Peki CHP bunun neresinde, bunu anlamlandırmak güç.

3. Eğer her şeye rağmen seçime bu cepheleşmeyle gidilecekse ve amaç Millet İttifakı'nın galip çıkmasıysa, tıpkı 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi, çözümün anahtarının HDP'yi de bu doğrultuda davranmaya ikna etmek olduğu açık. Ama gerek İyi Parti, gerek DP, düzenli aralıklarla yaptığı çıkışlarla HDP'yi sürekli dışlamakla kalmıyor, fezlekelere olumlu oy vereceği beyanları ve HDP'nin kapatılması kararını sessizce onaylayacağını hissettiren çizgisiyle, deyiş yerindeyse ittifakın "ayağına sıkıyor". Yani, "Sakın bize oy vermeyin ey HDP tabanı, çünkü biz sizin adınızı anmak bile istemiyoruz" mesajını açıkça vermekte sakınca görmeyen ittifak adaylarından söz ediyoruz burada.

İyi Parti için bu gidişatın hiçbir sıkıntısı yok. Erdoğan seçimi kazansa bile AKP ve MHP'nin ciddi biçimde oy ve sandalye yitireceğini göz önünde bulundurarak, seçimler sonrasında parlamentodaki merkez sağın güçlü temsilcisi olmayı hedefliyor. DP'nin de kısa bir süre sonra ona eklemleneceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Peki CHP ne yapıyor ve neyi amaçlıyor? On yıllardır "ne uzar ne kısalır" görüntüsündeki yüzde 25'lik potansiyeliyle "müzmin ana muhalefet" olmayı mı?

Geçmişinde ucundan kıyısından sosyal-demokrat görüntüye bürünmeye çalışmış bir siyasi partinin mevcut şartlarda yapması gereken, İyi Parti'nin tüm kapris ve baskılarına rağmen HDP'den uzak konumlanmayı kabul etmemesi ve gerçekten "halkçı" izlenim verebilecek bir ittifaka yönelmesiydi. Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, yıllardır yaptığı gibi sağ ile flört etmeyi sürdürmekten yana tercih kullandı ve onların "HDP cıss!" baskılarına boyun eğdi. Peki neden? Eğer HDP ile yan yana durursa, buna kızan İyi Parti'nin Cumhur İttifakı'na yanaşacağından endişe ettiği için mi? Eğer aynı ittifakta buluştuğunuz ortağınızla ilgili böylesi bir "satış" ihtimalinden çekiniyorsanız, daha en baştan ondan uzak durmanız gerekmez mi?

Geçen yazıda söylediğimi yineleyeyim: Bugün CHP-HDP-TİP-EMEP öncülüğünde oluşturulacak bir ittifakın oy potansiyeli yüzde kırk dolayındadır ki, bu da Cumhur İttifakı'yla başa baş noktada olmak anlamına gelir. Şu an HDP'den beklenen "tıpış tıpış oy verme" davranışını, "Eğer Erdoğan-Bahçeli iktidarını indirmeyi gerçekten istiyorsan bizim adayımızın yanında dur" diyerek İyi Parti'den beklemek çok mu anlamsız gelmektedir CHP kurmaylarına?

Sözü uzatmaya gerek yok; böyle bir tablo asla ortaya çıkmayacak elbette. CHP sağ koalisyonlara yelken açmaktan vazgeçmeyecek. Oysa böyle bir seçenek hayata geçtiğinde Erdoğan kıl payı cumhurbaşkanlığını kazansa bile parlamentoda Cumhur İttifakı ciddi bir kayıp yaşayacak ve daha önemlisi, meclis sıralarında her biri cevval vekillerden oluşan hatırı sayılır bir sol blok oluşacak. Salt bu kazanım için bile denemeye fazlasıyla değecek bir hamle olurdu.

Ben, yanlış kurulan denklem uzantısındaki siyasi çatıların değişeceğini hiç sanmıyorum. Bu nedenle, yakın gelecekteki gelişmelerin HDP'nin AYM tarafından kapatılmasını izleyecek bir seçim sürecinde ne yazık ki AKP-MHP ittifakının istenen ve özlenen yenilgiye uğratılamayacağı görüşündeyim. Sevilen Ortaçgil şarkısına gönderme yapacak olursak, "Bu iş zor Yonca." Dilerim gelişmeler beni yanıltır ve haksız çıkarım.