“Durumdan vazife çıkarmak” deyiminin siyasette ne anlama geldiği bilinir. Çok eskilere gitmeden 12 Eylül 1980'de iktidara el koyan cunta böyle yapmıştı. Cuntadır adı üstünde, kimse oradan demokrasi, hukuk, anayasa vb. beklemez herhalde. Cunta da olsa yaptığına bir hukuk zemini arar ve bulur da. Bilmem Anayasanın hangi maddesi “kendilerine yetki vermiş”. Bir meşruiyet çabası en güçlü oldukları zamanda bile hep olmuştur.

Cunta adı üstünde, yapabilecek gücü olduğunda her şey yapabilir. Her şeyi yapar ama yaparken de süsleme ihtiyacı duyar. Yasak koyacağı zaman bile bir yere bir şeye dayanmak zorunda kalır. Ben yasakladım oldu demez, halkın en azından bir kısmını yanına almak “yahşi” olur. Zorun ve gücün de etkisiyle “başarılı” da olmuştur.

Cuntalar gelir ve giderler. Aslında gidermiş gibi yaparlar. Kendi açtıkları yoldan illa kendi gibi olanlar gitsin isterler. Başardıklarını düşündüklerinde ise kendilerini garantiye aldıktan sonra “asli görevlerinin başına” dönerler. 12 Eylül cuntasının bir yasağı da iktidarıyla muhalefetiyle geçmiş dönem siyasilerine siyaset yapma yasağı koymaktı. Demirel'den Ecevit'e siyasi parti liderlerine 10 yıl, il ve ilçe yöneticilerine ise 5 yıl siyaset yapma yasağı getirilmişti.

Siyaset yapma yasağına rağmen siyasi parti liderleri 1983 sonrasında kendi partilerini değişik isimlerde yeniden kurmuş ve perde gerisinde partilerini yönetir olmuşlardı. Bu ucube durum şeklen de olsa 6 Eylül 1987 günü yapılan referandum ile ortadan kalkmıştı.

Şimdi ise Halkların Demokratik Partisi HDP'nin kapatılması davasının açılmasıyla birlikte yargıtay savcısı aralarında hayatta olmayan kişiler de olmak üzere 687 kişi için siyaset yasağı istiyor. Durumdan vazife çıkmıştı. Bu partinin eski ve yeni eş başkanları, bir dönem ittifak yaptığı başka partilerin üye ve yöneticileri ve şimdi HDP içerisinde olmayanlar dahil siyasetten men edilmeliydi.

Bu partinin öncelleri vardı bir biri ardına kapatılmış, memlekette bir siyasi partiler mezarlığı oluşmuştu adeta. Sonuçta her seferinde yeni bir parti kurulmuş yoluna devam etmişti.

Şimdiki iktidarının (Ak Parti ve MHP'nin) öncelleri de vardı. MHP'nin yerine Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) kurulmuş bu adla faaliyette bulunmuştu, keza MSP, RP, FP hep devam partileri olmuştu. Siyaset yasağı ne işe yaramıştı partiler, fikirler engellenmiş miydi? Bu soruya olumlu cevap verilemez. Ancak gerek cunta döneminde gerekse sonrasında Refah Partisinin kapatılması örneğinde olduğu gibi Kürt sorunu eksenli kurulan partiler de yoluna devam etmiştir. Bundan sonrasında da edecektir kuşkusuz.

Madem parti kapatmalar siyaset yasakları işe yaramıyor öyleyse iktidarlar neden bu yola başvuruyorlar sorusuna cevap aranmalı. Üçüncü büyük partinin kapatılmak istenmesindeki asıl amaç ; halk nezdinde en azından bir kısmında bu partinin yıpratılması, gözden düşürülmesi, legal siyasetten çekilmesini sağlamaya çalışmak olabilir mi? Ortaklar arasında olduğu söylenen çatlağı gidermek, muhalefeti bölmek ve seçimlere daha güçlü girme arzusu olabilir mi acaba?

Bunlar veya başka başka nedenler sadece bir tek şeye hizmet etmeli diye düşünülmüş olmalı herhalde. Yeni bir sisteme geçildi ve hala seçimler hükmünü koruyor. Yeniden seçilmek için her yol mubah.

Yumuşak karın olarak görülen parti kapatılmalı, yüzlerce üye ve yöneticisi siyaset yapmaktan men edilmeli, bu parti gözden düşürülmeli, olabildiğince yıpratılmalı. Bu kadarla mı sınırlı? Hayır! Muhalefetin diğer kesimleri de nasibini almalı elbette. Ama önce yumuşak karın.

Eski ve yeni liderlerini siyaset dışına düşürünce sorunlar çözülecek mi? HDP’nin diğer partilerden temel farkı şu: Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş, Özal gibi lider odaklı bir parti değil. Lider bir şekilde gidince parti ya dağılıyor ya da güç kaybederek bölünüyor, ufalıyor. HDP ve öncellerinin eş başkanları defalarca değişti. Değişmeyen şey ise, her kurulan parti bir öncesinden, her değişen Eş Başkanlardan sonra gelenler ( ülkenin içinde bulunduğu koşulların ve kişisel beceri ve yeteneklerinin ufak tefek farklarını hesaba katmazsak), daha geriye düşmedi. Eskiler unutulmasa da yeniler başkan oldu.

Burada bir parantez açarsak eğer, sadece Selahattin Demirtaş farklı, hapishanede olmasına rağmen ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine taraftar veya tam karşıtı olsun seçmen nezdinde genel başkan itibarı görüyor. Ne mahpusluk ne de eski başkan olması buna engel değil. Kendine özgü bir liderliğinden söz etmek mümkün.

Demirel'e, Ecevit ve diğer liderlere sökmeyen siyaset yasağı, (hayatını kaybedenler bir yana) bu 687 kişiye de sökmeyeceği belli ama, erken veya zamanında yapılacak seçimlere rakiplerinden daha güçlü girebilmenin önemi herhalde su götürmez bir gerçekliği ifade eder. İmdada yetişen yargı da pekala “durumdan vazife çıkarmış” olabilir. Kuvvetler ayrılığı yok artık birliği var ve bu birlik “sarı öküzü istiyor”. Neticeyi yaşayıp göreceğiz.