10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde gerçekleşen bir seminer vardı İstanbul Dedeman Oteli’nde. Ayın tutulduğu ve dünyanın gölgesine girdiği bir kış gününde, başka bir tutulma olan silahlanmanın dünya üzerine düşen gölgesi tartışıldı. 17 yaşında namert bir kurşunla bu dünyayı bırakıp giden Umut’un arkasından, onun adıyla kurulan Umut Vakfı’nın düzenlediği bir toplantıydı bu. Neredeyse önüne gelen herkese silah dağıtan-dağıtacak olan bir zihniyetin yaratabileği sonuçlar tartışıldı. Özellikle bu sonuçların ülkemizdeki kadın cinayetlerine olabilecek ‘katkıları.’

Yapılan çalışmaların, istatistiklerin gösterdiği çok net bir gerçek var: Kadın cinayetlerinde delici aletler ilk sırayı alırken, ateşli silahlar hemen ikinci sırada geliyor. ‘At bizim, avrat bizim, silah bizim, şan bizim’ protokolüne bağlı, öfkesi burnunda bir toplumda ruhsatlı tabanca izninin sınırsız bir girişimle desteklenmesi, gelecek 5 yılda ne türden cinayetlerin bizleri beklediğinin berrak mı berrak ipuçlarını veriyor.

Dilerseniz istatistiklere bir bakalım:

2011 yılında Türkiye’de 9 milyon silah olduğu tahmin ediliyor. Her 100 kişiden 12’sinde silah var. 178 ülke arasında silahlanma konusunda Türkiye 14. sırada. Silah ticareti ile ilgili şeffaflık konusundaysa 48 ülke arasında 31. sırada. Türkiye’de silahlarla işlenen cinayetlerin yüzde 14’ünde ruhsatlı silah kullanılmış. Dahası var: Ülkemizde 2011’in ilk altı ayında 2001 yılı aynı dönem verilerine göre silahlı şiddet olaylarının yüzde 83 oranında arttığı tespit edilmiş!

Yani silaha sarılma mahareti gelişmiş bir toplumuz. Ülkemizde silah bir korunma aracı değil, yaşanan anlaşmazlıklarda konuşmak, iletişime geçmek yerine kısa yoldan çözüme ulaşmak için kullanılıyor. Çözüm ise belli: Karşındakini yok etmek!

Yapılan araştırmalar toplumun silahı kendini korumak için değil karşısındakini ‘öldürmek’ için kullandığını ortaya koyuyor. Gazetelerin sayfalarını kaplayan insan dramlarına bakmak yeterli bunun için. Hal böyleyken sorumuz kafamızı kurcalamaya devam ediyor: ‘Silaha bu kadar kolay ulaşılmasına neden göz yumuluyor?’

Örneğin Belçika ya da Fransa’da ruhsatlı silah taşımanız için öncelikle can güvenliğinizin ciddi bir biçimde tehdit altında olduğunu ilgili mercilere kanıtlamanız gerekiyor. Dahası size silah verildiğinde bu silahı çelik bir kasada korumanız, mühimmat ve silahın ayrı yerlerde, hatta silahın parçalara bölünerek saklanması söz konusu. Diyeceksiniz ki o zaman silahı nasıl kullanacağız? Bunu bilemem. Ancak buradaki tablonun, size bu ruhsatı veren merci tarafından ‘silah mertliktir aslanım, kullanmazsan namertsin’ üslubunu taşımadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Cumartesi günkü toplantıda yeni silah yasa tasarısı ve bunun şiddetle örülü bir geleceğe aralayacağı eşik tartışıldı. Bu türden silahlanmanın yaratabileceği tehditlerin başında ise kadınların birer canlı hedef haline getirilmiş olması esastı. Ne yazık ki silahın erkekliği tamamlayıcı bir unsur olarak algılanması, hatta algılatılması, ana hedefin ‘namus’ üzerinde yoğunlaşmasına yol açıyor; bu yoğunlaşmanın bedelini ödeyenlerse kadın bedenleri! Kaldı ki bundan etkilenecek gelecek kuşaklar da söz konusu, yani çocuklar.

Bu konularda her zaman olduğu gibi medyaya çok iş düşüyor. Yapılan haberlerde silahı özendiren bir üsluptan uzak durmak çok önemli. Dahası, çok tüketilen popüler kültür ürünleri için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Özellikle TV dizilerinin mimarları olan senaristlere burada çok önemli bir rol düşüyor. Silah ve ölümün bir ‘son hesaplaşma’ olarak verilmesi bile seyredenin algısı açısından çok sorunlu. Peki, teslim edelim ki bir reyting sorunu var ve şiddet, şiddetin romantikleştirilmesi çok iş yapıyor. Yine de dizilerdeki silahı bir çözüm değil, belki bir araç olarak göstermek ve bölümün sonunu yaşamla birleştirmekle bu iş dengelenebilir gibi geliyor bana. Her halükârda yaşam, dizilerdeki gibi cengâver bakışlı muhteremlerden ve onların etrafında kuyular kazan ‘femme fatale’lerden ibaret değil!

***



Türkiye’nin önde gelen anayasa hukuku profesörlerinden Bülent Tanör, yarın, 13 Aralık Salı günü İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda saat 14.00’da özel bir törenle anılacak. Tanör’ün ölümünün 9. yılının ardından gerçekleşecek olan toplantıyı İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi düzenliyor.