Sertav Çiya Eker’e ilk merhabam yağmurlu bir günde, demir parmaklıkların ardında olmuştu. Bursa Özel Tip Cezaevi tutsakları olarak kalabalık bir ziyaretçi günü yaşıyorduk. Her Çarşamba kapalı görüş vardı, Türkiye ve Kürdistan’dan, onlarca kentten insanlar gelirlerdi. Bu gelişler çoğu zaman çok zorlu olurdu. Bir saatlik bir görüş için günlerce yollarda kalan insanları bilirim. Gelişler özlem, hasret dolu olurdu. Konuşacak çok şeyler olurdu, bir saat değil, on saat de yetmezdi. Ama yetmek zorundaydı. Onun için sözcüklerden çok tebessüm, bakış, susma halleri ile konuşulurdu. Belki en çok şey bu anlarda anlatılırdı. Gündemler çok olurdu, en çok dışarıya dair konuşmalarını isterdik. Politik tahliller/analizler yoğunca yapılırdı. Yoğun politik bir atmosfer vardı, bu atmosfer birçok şeyin belirleyeni oluyordu.

Görüş kabinleri bu doluluktaydı o gün. Eskişehir’den üniversite öğrencileri düzenli olarak her Çarşamba gelirlerdi. Çoğunlukla üniversitelerdeki akademik, demokratik mücadeleye dair konuşulurdu. Gelen arkadaşlar da bizden çok “parti”yi dinlemek isterlerdi. Parti ve cezaevi hayatına dair yaptığımız konuşma/tartışmaları sessiz ve de soluksuz bir şekilde izler/dinlerlerdi. Bursa Özel Tip Cezaevi’nde hareket açısında önemi bilinen, ilgiyle izlenen insanlar vardı. Bir şekilde başka nedenler, ya da kendi çocukları için gelenler mutlaka bu arkadaşlar ile tanışmak, konuşmak, görmek isterdi. Bu süreç içinde İsmail Beşikçi Hoca da buradaydı. Annemle yaptıkları konuşmada bir cümleyi annem hala anlatır; Beşikçi Hoca’ya “sen ne yaptın, seni niye koydular buraya?” diye sorduğunda; “ben mi, ben hiçbir şey yapmadım, ben sadece yazdım, devletin yanlışlarını yazdım” diye yanıtlamış.

Böylesi kalabalık bir gündü, ilk önce Eskişehir’den gelen bir kadın arkadaş(öğrenci) ile konuştuk, daha sonra “Heval, artık bundan sonra Sertav Çiya konuşacak” dediğinde gözlerim ile demir parmaklıkların arasında karşıyı taramıştım gözlerimle. İlk önce bir şey bulamadım, daha sonra insanların arasındaki bir aralıkta gördüm, Sertav Çiya az ilerde duvarın dibinde çömelmiş bekliyor. Yağmurdan ıslanan saçları yüzünü örtmüştü. Göz göze geldiğimize sıcak içten tebessümü ile merhabalaştık. İlk tanışmamız daha çok politik gündemler üzerindeki tartışmalar ile devam etti. Daha sonra Sertav Çiya düzenli olarak her Çarşamba günü hemen hemen iki yıl kadar ziyaretlere geldi.

Sertav Çiya’nın devrime dair inancı, heyecanları, merakları, kaygıları, yarınlara dair özlemleri ilerleyen ziyaretlerde konuşmalarımızın içine akmaya başladı. Yoldaşlığın, sevginin, dayanışmanın, özlem duymanın bütün güzel hallerini ben Sertav Çiya Eker ile yaşadım. Kitaplardan konuşurduk, edebiyattan, kentlerden, sokaklardan. Çarşamba günleri yapılan ziyaretleri yetmezdi kimi zaman Cumartesi günleri de gelirdi. “İçeri”deki biri olarak “dışarı” ile iletişim/ilişki ve de böylesi paylaşımlar bizler için hayatın ta kendisi demekti. Bu hayatın bizler bütün heyecanı ile yaşadık. Yaşadığımız her şeyden yarınlara dair de hayaller kurduk. Birlikte çok kent dolaşacaktık.

Bir hikâyede çoğalmak böyle bir şey olmalıydı. Ben bu hikâyenin devamında Senay Eker’i tanıdım. 1960’larda “başka bir dünya, başka bir hayat mümkün” diye başlayan bir başka hikâyeydi bu. Yaşadıkları ülkenin değişeceğine, insanların inançlarından, etnik aidiyetlerinden, sınıflarından dolayı hor karşılanmayacakları, emeğin, halkların özgür olduğu bir ülke düşüydü bu düş. O düşün dallarında Sertav Çiya yeşermişti. Daha sonra Senay Eker’in kaleminde çok defa okudum, kendisinden de çok dinledim bu yeşeren güzel dalı. Uzun yıllar geride kalmıştı, hayaller aynı heyecan ile bütünleşmişti bir anne ve çocuğunun hayatında. İlişki arkadaş olmak, yoldaş olmak biçimini almıştı.

Bu hikâyeler ile çoğaldık. Bu hikâyelere dair tanıklığımız hayatlarımızın en güzel anlarını oluşturmakta. Benim hayatımın en güzel anlarından biri Sertav Çiya Eker’i tanımaktı. Onun gözleri ve heyecanları ile hayata tanıklık etmekti.

25 Haziran 1975 tarihinde Sertav Çiya Eker hayata Ankara’da çığlığı ile MERHABA dedi. Bu çığlık hayatlarımızda, yüreklerimizde büyümeye devam ediyor. Ben Sertav Çiya’nın isim isim başka kentlerin sokaklarında çoğaldığını görüyor, bu tanıklık ile “İYİKİ DOĞRUN SERTAV ÇİYA, İYİ Kİ KATIŞTIN HAYATLARIMIZA” diyorum.

Sen hiç gitmedin ki!..

HEP BİZİMLESİN.