Üzülmüyorlar, acı duymuyorlar, kahrolmuyorlar; demiyorum!

Ama 12 tabut Afganistan’dan gelirken…

7 polis dağdan ölü gelirken…

Dağların her köşesi “ölü ele geçirilenler ve ele ölü geçirilenler”le dolarken…

Bir bombardımanda 34 köylü…

Bir baskında 33 asker…

Bir şantiyede 11 işçi…

Meydanlarda onca insan…

Devlet müjde veriyor:

Şehitlere (yakınlarına) daha çok destek…

Sivillere de şehit olma imkânı!

 

***

 

30 yıl sonra… İktidarda 10 yıl sonra…

Açtım, açıldım; gördüm, görüştüm; barış, barıştım; derken…

Hükümetin geldiği nokta (yeniden) bu:

Hayata, barışa, kardeşliğe, demokratikleşmeye, konuşmaya, değişmeye asılmak yerine…

Ölümü daha da kutsamak!

 

***

 

Elbet sayısız, sırasız, sıvasız hanelerin yoksul çocuklarının ailelerine, geride bıraktıklarına sahip çıkılsın (hiç olmazsa)!

Ama sosyal devlet; ölüm mü bekler; mertebe mi bakar!

Hayatı değersiz kılınmış milyonlarca insana, on binlerce askere müjdeniz…

Ne kadar çok, ne kadar çabuk, ne kadar genç ölürlerse; şehitliğin geridekilere maddi miras olacağı mıdır?

Yoksulluğuyla bedavadan ölüme atılana; öldükten sonra şehitlik ikramiyesi çıkacağı mıdır?

 

***

 

Aşağılanan, hor görülen, itilen kakılan on binlerce profesyonel asker için bile kıl kıpırdatmayan; hakkını hak, hayatını hayat, haysiyetini haysiyet saymayan sistemin onlara müjdesi de bu:

Şehit düşünce; o değersiz hayatın kıymetlenebilir!

Dışındayken aşağılanan hayatın; tabutun içinde itibar kazanır!

 

***

 

Fakat “en iyisi” gibi gösterilen “en tehlikelisi” de şu:

Sivillere de şehitlik vaadi!

Deniyor ki, “Terör kurbanı siviller de şehit sayılacak”!

Elbette, tekrarlıyorum; kim olursa olsun, hayatı kahpece gitmiş her insanın, özellikle muhtaç yakınlarına destek olsun, “sosyal devlet”!..

İncecik hayatını ip yapıp boynuna geçiriveren umutsuz iki çocuk annesi için de; cilalı piyasa arsızlığının şantiye çadırlarında onca çocuğun tek umudu hayatı kül olan için de.

Ama “sivillere de şehitlik mertebesi”!

Şu bile demektir:

Vatandaş, “Terörist” saydığına (ki “terörist” ve örgüt üyesi saymak zor değil!) diyelim; ölümüne saldırabilir, öldürürse cinayet olabilir, ama öldürülürse şehit sayılabilir!

Yahut şu da olabilir:

Madem ki, “terör kurbanı siviller”den söz ediliyor…

Şemdinli’de “terör örgütü”nden mahkum “iyi çocuk” askerler veya Ergenekon “Terör Örgütü” denen kapsamında işlendiği söylenen cinayet ve suikastlarda öldürülenler…

Ne olacak!

 

***

 

Başbakan, “şehit cenazeleri siyasi malzeme yapılmamalı” diye muhalefete söylüyor, söyleniyor…

Yapılmamalı.

Hatta siyaset öyle yapılmalı ki, şehit cenazesi olmamalı!

Lakin bu ne?

Şehit cenazeleri sıra sıra dizilirken verilen “müjde”yi; sivillere şehit cenazesi vaadini ne sayacağız?

 

***

 

Başbakan annesini kaybetti; hayatını üst üste doktorlara emanet etti.

(Haklı olarak) kendine ömür biçenlere köpürdü.

O zaman, insan olarak ölümün acısını…

Başbakan olarak da, artık bu acıları bitirmenin arzusunu duymalı önce.

Ülkenin bekleyebileceği en büyük müjde; akan kanın çoğalması, tasnif edilmesi, yüceltilmesi değil… durmasıdır!

Her çocuğun ufkunda, ister yüceltilen, ister aşağılanan bir ölümün değil…

Hakiki, hakkaniyetli, haysiyetli bir hayatın olmasıdır!

 

Ayıp!

 

Kocatepe Camii’nden ne zamandır “alttaki asker”in de cenazesi kalkıyor, bilmiyorum. Bir zamanlar tabutları oraya kabul edilmezdi.

Demek Afganistan dönüşü, tabutlar yan yana dizilirken ayrımcılık kalkmış!

Lakin gazetecileri ayırmışlar yine.

Yine bazısı lanetli! “Muhafazakâr” hükümetle aynı iklimi paylaşanlar dahi Başbakanlığa bağlı Genelkurmay’dan cezalı!

Ayrımcılık o kadar güçlü ki…

Tabutu aynı bayrağa sararken dahi; kimini öteki, kimini dışarıda görmeye devam ediyor!

 

Kırmızı-beyaz ders

 

Dört büyükler” denenlerin “kupa” rakipleri hep kırmızı-beyaz takımlardı.

Fenerbahçe atlattı; diğer üçü, başta bizimki, iyi bir kırmızı-beyaz ders aldı.

Bu ders şudur:

Adı “Türkiye” kupası olan bu turnuva pekala Batı’daki çok örneği gibi, “büyükleri alttakilerden muaf tutan” statüde değil; adı üstünde “Türkiye Kupası” tadında olurdu.

Ama büyüklük kibri; küçük takımları ilk turlarda tepiştirip sonra kalanlarla “üst turdan bir Türkiye” organize ediyor.

Madem muafiyet istiyordunuz; alın size muafiyet!

Tarihten bir sayfa mesela:

Bir amatör küme takımı, Trabzon İdman Ocağı, 1965 kupasında, Trabzon’da berabere kaldığı Beşiktaş’ı İstanbul’da 1-0 yenip elemişti.

Trabzonspor’un doğuşunda da, Trabzon futbolunun ayaklanışında da o maçın da biraz ruhu vardı!

Bir başka amatör takım, İzmir Denizgücü ise Başbakanlık Kupası’na kadar uzanmıştı.

Futbolun sevilmesinde, futbolcu yetişmesinde; büyük takımlarla oynama imkan ve ihtimalinin verdiği heves inkâr edilemezdi ki!