Erdoğan Rusya ziyareti öncesinde basına şu demeci verdi; “İstanbul’da seçim sonuçlarının ‘neredeyse’ hepsi usulsüz. Kimsenin 13-14 bin oyla ‘kazandım’ havasına girmeye hakkı yoktur…" Oysa Erdoğan seçimlerden önce şunları da söylemişti, "Seçimlerde Türkiye genelinde 195 bin sandıkta, İstanbul'da 31 bin sandıkta oy kullanılacak, İstanbul'daki 10,5 milyon seçmenin yaklaşık yüzde 21'i AK parti üyesidir. İstanbul'un 959 mahallesinde 800 irtibat noktası kurduk. Seçim günü sabahın erken saatinde, kimse gelmeden AK Parti'nin sandık görevlileri orada olacak. Ak Parti'de sandıklarda 280 binin üzerine görevli olacak” (31 Mart 2019 / AHaber). Öte yandan, Erdoğan il genel meclisinde çoğunluğu sağlayamayan İmamoğlu’nun hiçbir icraatta bulunamayacağı ve hiçbir karar alamayacağını iddia ediyor. Aynı Erdoğan 1994 yerel seçimlerinde sadece %25 oy ile aradan sıyrılarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Demokrasi ama sadece işine gelirse ve geldiğinde…
Öyle görünüyor ki Ak Partinin en azından bir kanadı (Pelikanlar), Reis'in gözüne girmek ve belki ikinci-üçüncü adam konumuna yükselmek adına, İstanbul'da seçim iptali ve yenilenmesi için sonuna kadar zorlayacaklar... Abdurrahman Dilipak bile bu hususta, "Aday profili çok düşüktü. Bu kimsenin hoşuna gitmedi. Milletin kalbine değil, sinirine dokundular" diye yazmışken, bir türlü muktedir olamayan iktidar için gerçekleri görmek bu kadar zorsa, temel sorun millette aranmamalı...
Türkiye'nin yönetim sisteminin değişmesinin esas banisi nasıl ki Bahçeli ise, bu seçimde Cumhur İttifakının gerilemesi ve büyükşehirleri kaybetmesinin asıl sebebi ve hatta kahramanı ise (özellikle seçimden önceki gün attığı etkili twitter mesajı ile tereddüt eden HDP seçmenini de ikna eden) kuşkusuz Demirtaş'tır. Bu çok parlak olmayan ama yine de sürpriz olarak nitelendirilen başarıda HDP seçmeni ve Demirtaş'ın hakkını teslim etmek gerekir... Bundan böyle en azından muhalif tarafta HDP'nin yok sayılamayacak bir tesiri ve gücü olacaktır... Aynen Bahçeli'nin iktidarı, Cumhurbaşkanını ve birtakım milli politikaları yönlendirme ve yönetmedeki kuvveti ve özgül ağırlığı gibi...
31 Mart seçimi çok tuhaf bir seçim oldu ve oluyor. 1 Nisan sabahı muğlak bir Türkiye’ye uyandık. AKP+MHP (Erdoğan'ın ifadesine göre) yine %53-54 aldı ve pastasını korudu ama Türk halkının %68'i CHP'li belediyeler tarafından yönetilecek, mevcut durum değişmezse. İstanbul'da seçim devam ediyor ancak 3-5 bin oy ile İmamoğlu önde bitirecek olursa, bu sefer de birileri İstanbul'da seçimi tekrarlatabilirler. Bunun yolunu yapıyorlar... Ali İhsan Yavuz’un son tweet açıklaması bunu doğruluyor; “YSK, İstanbul'da tüm oyların sayılması talebimizi reddetmiştir. Bunca usulsüzlük ortadayken böyle bir karar verilmesi anlaşılır gibi değildir. Şimdi, olağanüstü itiraz yöntemini kullanarak bir kez daha YSK'ya gideceğiz. İstanbul’da seçimlerin tekrar edilmesini talep edeceğiz.” Yani yepyeni bir rezalet yaşamamıza ramak kaldı. Örneğin, 1946 seçimlerinde usulsüzlük yapıldığına dair tek bir yargı kararı yoktur ancak Menderes'in meydanlardaki söylemleri o kadar ses getirmiştir ki, milletimizin kahir ekseriyeti o seçimi 73 yıldır hileli olarak kabul etmektedir. Binali Yıldırım seçim akşamı berbat ve kapkara bir surat ifadesiyle seçimi kazandığını ilan ederek, takip eden günlerde her gün o seçimi tekrar tekrar kaybetmeye ve Türkiye Cumhuriyetinde en önemli görevlerde yer almış bir kişi olarak böylesi rezil bir zilleti yaşamaya mahkûm etti kendisini. Bahçeli ise bugünkü açıklamasında o bilindik sayıklamalarına devam etmektedir; “Vicdani huzur için yeni seçim düşünülebilir…”. İmamoğlu ise, inadına yapar gibi, BBC muhabirinin "Türkiye'nin sonraki Cumhurbaşkanı siz misiniz?" sorusuna "God knows" şeklinde İngilizce cevap verdi ve ekledi; "Başarısız olmalarına kılıf arıyorlar".
1988-89 yıllarında Bernard Lewis'in Taha Akyol'a verdiği mülakatta, Lewis şu meyanda beyan ve yorumlarda bulunuyordu; "Arap toplumları tarihte her zaman başka milletler tarafından yönetilmişlerdir. Osmanlılar, Selçuklular, vs. Bu yüzden başlarına bir şey geldiğinde, 'Bizim arkamızdan oyunlar oynayan kim yine, kim bize tuzak kurdu, bizi kimler kandırdı, kimler bizimle uğraşıyor' gibisinden hep suçu ve suçluyu dışarıda ararlar. Türkler ise yönetici millettir. Bir sorunla karşılaştıklarında, hemen otokontrole başvururlar. 'Acaba biz nerede hata yaptık?' diyerek bu problemi tespit etmeye ve kendi yapıları içerisinde düzeltmeye ve çareler bulmaya çalışırlar. Türk milletini diğer Orta Doğu toplumlarından ayıran da budur..."
Peki, şimdi ne oldu bize, ne oldu böyle?