Bundan yaklaşık dokuz yıl önce, 14 Nisan 2011 Perşembe günü, 18:45 seansında 2010 yapımı Press adlı Kürt/Türk filmini izlemek için Beyoğlu Sineması’na gitmiştim.

Sinemada izlediğimde beni etkilemenin ötesinde sarsan filmi geçenlerde evde tekrar izledim. Tabi bu sefer biraz da bu kritik yazısını yazmak için izlediğimden sarsıldığımı söyleyemem ama neden vaktinde film hakkında bir kritik yazısı yazmadığım için de hayıflandım doğrusu…

Türü drama olan filmin yönetmen koltuğunda oturan Sedat Yılmaz, aynı zamanda filmin senaristliğini ve yapımcılığını da üstlenmiş. 1 saat 40 dakika süren filmin görüntü yönetmeni ise Demir Gökdemir. Oyuncuların pek çoğu tanıdık değil: Mahmut Gökgöz, Asiye Dinçsoy, Abdullah Tarhan, Aram Dilbar, Aram Kılavuz, Bilal Bulut, Engin Emre Değer, Fırat Altay, Gurgin Kalkan, Hakan Karsak, Kadim Yaşar, Kemal Ulusoy, Mahmut Bilen, Sezgin Cengiz, Tayfur Aydın.

Filmin konusu, 90’lı yıllarda, Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır Bürosu’nda geçiyor. Bir avuç idealist gazeteci teknik olanaklardan yoksun olarak Olağanüstü Hal Bölgesi’nde “gerçek” gazetecilik yapmaya çalışıyorlar. Kaybolan köylüleri araştıran gazeteciler kamuoyunda “Yüksekova Çetesi” diye bilinen çetenin izine rastlarlar.

Sınır Tabur komutanı Yarbay Samet Uğur gibi üst düzey komutanların ve bölgede uyuşturucu ticareti yapan ağaların da içinde yer aldığı çetenin kirli ilişkilerini çözmeye çalışan gazeteciler, bu noktadan sonra çetenin hem hedefi hem de çete içi hesaplaşmanın aracı durumuna düşerler.

Olayı ortaya çıkaran gazeteci Faysal, önce tehdit telefonları alır, ardından da çete tarafından infaz edilir. Gazeteciler bu saldırıdan yılmaz olayın daha da üzerine giderler ancak bu sefer de başka türlü baskılarla karşılaşırlar. Gazete bürosu polisler tarafından sık sık basılarak arama bahanesiyle taciz edilir, Olağanüstü Hal Bölge Valisi gazetenin Diyarbakır’da dağıtılmasını yasaklar vs. Gazeteciler haber yapmanın dışında bu tür fiziki ve psikolojik baskılarla da karşılaşırlar. Bazı gazeteciler baskılara dayanamayarak gazeteden ayrılmak zorunda kalır.

Tüm bu baskılar pratik çözümleri de beraberinde getirir. Bu noktada gazetenin ofisboyu Fırat, sözü edilen sorunların aşılmasında getirdiği pratik çözümlerle öne çıkar. İlkokul mezunu olan Fırat; kendi kendine daktilo kullanmayı öğrenir, bozulan daktilo, fotoğraf ve faks makinasını tamir eder, kapı zilini onarır, gazetenin dağıtılması sorununu çözer, bir taraftan da muhabirliği öğrenmeye çabalar. Bu yönüyle Fırat, aslında şahsında pratik Kürt zekâsını simgelemektedir.

90’lı yıllar Türkiye’sinden kesitler sunan film; terör, JİTEM, derin devlet, uyuşturucu trafiği, feodal düzen, töre cinayetleri gibi kangren olmuş karmaşık konuları aynı filmde kotarmaya çalışarak konudan konuya atlıyor ve etkisini yitiriyor.

Film, “ölen gerillaların kulaklarını kesip koleksiyon yapan askerler” gibi yüzümüzü kızartan gerçeklerle de yüzleşme olanağı veriyor Türk izleyicisi olarak bizlere.

Bölgedeki PKK gerçeğinden –bir iki yeri saymasak- hiç bahsetmeyen film, bu yönüyle, Gazeteci Alişan’ın “Gerçeğe kurşun işlemez, Heval!” repliğiyle sloganlaştırılan, çıplak gerçekten de uzaklaşıyor.

Özgür Gündem gazetesini sofra olarak kullanan “bozguncu” gazeteci, baskılara boyun eğen Dino Dayı ve grotesk polis tiplerini saymazsak filmde hiç negatif karakter yok gibi, bu yönüyle film masalsı ve “içerden” bir film olarak kalmış diyebiliriz.

Film, güçlü senaryosuna rağmen oyunculuk ve teknik özellikler yönünden oldukça zayıf. Orijinal müziği olmayan filmde; konuşmalar çok teatral ve köşeli, özellikle jest ve mimiklerle konuşmalar arasında yer yer senkron kopukluğu gözleniyor; planlar ve ışık hiç iyi olmamış, film efekti yok denecek kadar az.

Sonuç olarak filmin, Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk(2000) filminin çok gerisinde kaldığını söyleyebiliriz.

30 Mayıs 1992’de yayın hayatına başlayıp 14 Nisan 1994’de tamamen kapatılan, masabaşı gazeteciliği yapmadığı için 30 gazetecisini ve 17 gazete dağıtıcısını kaybeden Özgür Gündem gazetesinin hikâyesini işleyen film, yukarda saydığımız eksiklerine rağmen, normalleşme yolunda ilerleyen Türkiye için büyük bir kazanım, sırf bu yüzden bile oturup tekrar izlenmeye değer…

DVD meraklılarına ve 90’lı yıllar Türkiyesi’ni merak edenlere, Covid-19 salgını dolayısıyla evlere kapandığımız şu günlerde, izlemelerini şiddetle tavsiye ederim.