Bugün neredeyse dünyanın tamamına hâkim olan ekonomik sistem kapitalizme dair şimdiye dek pek çok şey yazıldı çizildi. Kapitalizm elbette ekonomik bir terim olarak taşıdığı anlamın çok çok ötesinde bugün dünyanın tamamına hâkim olan maddeye dayalı sosyal, ahlaki ve felsefi sistemlerin de genel adıdır. Kanımca kapitalizm hakkında yazılmış hiçbir eser Karl Marx’ın Das Kapital’inin yerini tutamaz. Bu yüzden haddimi aşmayıp kapitalizmi eleştirme işini sevgili Karl Marx’a bırakarak; ben, kendini ‘komünist’ olarak tanımlayan biri olarak, komünizmi eleştirmek istiyorum. Ama önce Türkiye Komünist Partisi Emekçi Kadınlar Komitesi tarafından hazırlanan Kadın ve Ülke dergisinde yayınlanan “Sömürü nedir, işçiler nasıl sömürülür?” başlıklı makaleyi noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Kapitalist toplumun hâkim sınıfı burjuvazi (patronlar) bu düzenin değişmez olduğuna inanmamız için her türlü yola başvurur. Bizi uysal köleler haline getirmek için, televizyonu, okulu, sinemayı, müziği, camiyi, her şeyi kullanır. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin doğal, bu düzenin de ebedi olduğunu söylerler. Peki bu dünya hep böyle miydi? Dedemizin, dedemizin dedesinin, bizim giydiğimiz ceketin kumaşı aynı teknikle mi üretiliyordu? Peki; dikiş makineleri, kumaş fabrikaları, nakliye için kamyonlar, enerji olarak elektrik, traktörler o dönemlerde de var mıydı?
Bundan bin yıl önce insanlar ne üretiyorlardı, nasıl üretiyorlardı ve nasıl bölüşüyorlardı? Bu soruya cevap verebilirsek sömürünün ne olduğunu ve bizi nasıl sömürdüklerini daha iyi anlayabiliriz.
Üretim nedir?
İnsanlar, doğadan edindikleri ham maddeyi, enerji kaynağını üretim için bir araya getirip doğayı dönüştürerek kendileri için tüketim maddesi haline getirmişlerdir. İnsanların doğadaki maddeleri, insana yararlı hale getiren çalışmalarına üretim diyoruz. Üretim faaliyeti sonunda ortaya çıkan maddelere de ürün diyoruz.
Üretimin gerçekleşmesi için; üretim araçları, emekçiler ve üretim tecrübesi, bilgisi gereklidir. Bunlara üretici güçler denir.
Üretim araçları nedir? Başta toprak olmak üzere bütün doğal kaynaklar (ormanlar, sular, madenler vb.), bu kaynakları işlerken kullanılan her türlü araç-gereç; makineler, fabrikalar, nakliye araçları, yollar, köprüler, tünellerin tümüne üretim araçları denir. Üretim faaliyetini gerçekleştiren insanlara da emekçi denir. Makineleri yapan, onları çalıştıran emekçilerdir. Üretimin nasıl gerçekleşeceği, ürünün nasıl paylaşılacağını belirleyen ilişkilerin tümüne üretim ilişkileri denir. Üretim ilişkilerinin temelinde mülkiyet ilişkileri vardır.
Tarihteki üretim biçimleri
- İlkel komünal (ortaklaşa) toplum: İnsanlar bir milyon yıl önce artık hayvan olmaktan çıkmış, yarı vahşi insan toplulukları olarak yaşıyorlardı. Bu dönemde insanlar arasında işbirliği esastır, işbölümü henüz oluşmamıştır.
- Köleci toplum: Bu toplumun temel özelliği, köle emeğinin sömürülmesine dayanmasıdır. Sınıflar oluşmuş, devlet örgütlenmesi insanlığın karşısına çıkmıştır. Köleci toplumda iki temel sınıf vardır: Köleler ve efendiler.
- Feodal toplum: Feodal toplumda köleler artık bir insan olarak kabul edilen serflere dönüştüler. Serfler toprağın bir parçası olarak alınıp satılabiliyordu. Bu toplumda iki temel sınıf serfler (köylüler) ve toprak beyleriydi.
- Kapitalist toplum: Kapitalizm sömürüyü en iyi gizleyen üretim biçimidir. İnsanlar hukuk karşısında eşittir. Ama parası olan kazanır. Kapitalist toplumda iki temel sınıf burjuvazi (patronlar) ve proletarya (işçi sınıfı) dır.
- Sosyalist toplum: Sınıfları ve sömürüyü ortadan kaldırmak üzere kurulan bir üretim biçimidir. Eğitim, sağlık, ulaşım, konut gibi tüm insani ihtiyaçlar devlet tarafından karşılanır. Çalışma herkesin hakkı ve görevidir.
Artı-değer
Kapitalizmde sömürü, patronun, işçinin ürettiği artı-değere el koyması ile olur. Kârın kaynağı dolaşımda değil üretimdedir. İşçi günde sekiz saat çalıştığında, iki saatinin karşılığını alır. Çünkü bu iki saatte ürettiği mal ücretini karşılar ama altı saat de patron için çalışır. İşte bu fazladan saatler işçinin artı-değeri ürettiği saatlerdir.
§ Kapitalist toplumda sömürü gizlenmiştir.
§ Kapitalizmde işçiler ücretli kölelerdir.
§ Kapitalizmde her şey alınıp satılır bir maldır.
§ Bir malın değeri o malın üretimi için harcanan ortalama emek miktarı ile ölçülür.
§ İş gücü de bir maldır.
§ Ücret emeğin değil, iş gücünün fiyatıdır.
Kapitalimde sömürü nasıl işliyor?
Kapitalist üretimin iki temel unsuru vardır: Emek ve sermaye. Bizim cebimizdeki paranın sermaye olabilmesi için kâr getirecek bir faaliyet için yatırılmış olması gerekir. Sahip olduğunuz apartman dairesi ya da otomobil sermaye değildir. Ama aynı otomobil bir otomobil galericisinin elinde, aynı daire bir emlakçının elinde sermayedir. Sermayenin kaynağı, kapitalistlerin tutumluluğu değildir. Daha çalışkan olmaları hiç değildir. Sermayenin kaynağı emek gücünden başka satacak bir şeye sahip olmayan işçilerin karşılığı ödenmeyen emekleridir.
Kapitalizmde mal yani meta üretilir. Ürün ile mal (meta) aynı şey değildir. Ürünün mal olabilmesi için satılmak üzere üretilmesi gerekir. Kapitalizmde üretilen malı kimin kullanacağı önceden bilinmeden, pazar için üretilmektedir. Bu şekilde üretilen her şey metadır. Kapitalizm her şeyi alınır satılır bir hale getirir. Kapitalizmde üretim kâr için olur; ihtiyaç gidermek için değil. Yani süt üretmek kârlıysa süt üretir patron, onun için insan sağlığı ve bebeklerin gelişimi önemli değildir.
Metaların değeri nasıl belirleniyor? Neden 1 metre kumaş değil de, o kumaştan yapılmış bir pantolon daha değerlidir? Çünkü kumaş kesilmiş, dikilmiş, pantolon haline getirilmiştir. Yani ona kumaştan daha fazla emek verilmiştir. Peki, pantolonun değeri, fiyatı nasıl saptanıyor? Pantolonun kumaştan fiyat farkı, kumaştan pantolona dönüştürülürken ona eklenen emeğin değeri kadardır. İşçiler kapitalistlere emek değil, işgücü satarlar. Kapitalistler ücret için emeğin karşılığı derler. Oysa işgücü emekçinin çalışırken harcadığı fiziksel ve zihinsel yetilerin toplamıdır. Emek ise işgücümüzü satarak ortaya çıkardığımız ürüne kattığımız şeydir. Ayakkabı ustası, ayakkabı yapma yeteneğini patrona satar, ayakkabıyı değil. İşçi ayakkabıyı imal etmeye başladığı andan itibaren emek oluşmaya başlar. İşgücü, kapitalist düzende, diğer metalar gibi alınıp satılan bir metadır. Metaların değeri üretimi için gerekli emek zamanı ile saptanıyordu. İş gücünün değeri de üretilmesi gerekli olan emek zamanı ile ölçülür.”
(TKP Emekçi Kadınlar Komitesi, “Sömürü nedir, işçiler nasıl sömürülür?”, Kadın ve Ülke Dergisi, 2005)
Komünizm, dünya tarihinde çok büyük etki yaratmış, büyük kitleleri peşinden sürüklemiş bir ideoloji hiç kuşkusuz.
Marx, kapitalist düzende yaşanan haksızlıkları ortadan kaldırmanın tek yolunun, devleti kanlı bir devrimle yok edip önce bir (proletarya) diktatörlük kurmak ardından da sürekli devrimlerle başta özel mülkiyet olmak üzere din, ahlak, hukuk ve aile gibi değerleri ortadan kaldırarak içerisinde cinsel sınırın da olmadığı sınırsız ve sınıfsız bir toplum düzeni kurmaktan geçtiğini söylüyordu.
Bu ütopyayı gerçekleştirmek için yirminci yüzyılda dünyanın pek çok ülkesinde ihtilaller, ihtilal denemeleri, terör ve anarşi eylemleri düzenlenmiş ve düzenlenen bu eylemlerde milyonlarca insan ölmüş, bir o kadarı da sakat kalmıştır. Sonuçta bir ekonomik model olan komünizmi yaymak için bunca savaşa, can kaybına ve yıkıma gerek var mıydı? Daha demokratik, daha insancıl yöntemlerle komünizm propagandası yapılamaz mıydı? Ek olarak Stalin, Mao, Pol Pot gibi komünist liderlerin iktidarda oldukları ülkelerde yaptıkları katliamlar, rejim aleyhtarı insanları kurşuna dizdirmeleri, halkın üzerinde kurdukları büyük baskılar, kapitalizmden daha iyi, daha insancıl olduğu savunulan bir ideoloji açısından, nasıl yorumlanabilir? Komünizmin iktidarda kaldığı 70 yıl boyunca öldürdüğü 142 milyon 917 bin insan yok sayılabilir mi?
Komünizmin temeli, maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve var olacağı inancına dayanan (tarihsel) materyalizme dayanır. Dolayısıyla komünizm, herhangi bir şekilde yaratıcının varlığını da kabul etmemektedir. Peki ama Big Bang Teorisi’ne göre evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğu kanıtlandığına göre, bu durumda komünizm temelinden sarsılmış olmuyor mu?
Komünist ideolojinin, bu makalede anlatılmasa da, temel mantığını incelediğimizde Evrim teorisini kendisine temel aldığını ve insanları “gelişmiş hayvanlar” olarak gördüğünü biliyoruz. Marx, Charles Darwin’in insanların hayvanlardan evrimleşerek oluştuğunu öne süren evrim teorisinden çok etkilenmiş ve Engels’e yazdığı mektupta, Evrim teorisinin kendi felsefesinin doğa tarihi açısından temelini oluşturduğunu, söylemişti. Bilindiği üzere evrime göre ağaçlarda yaşayan maymunlar, zamanla yedikleri meyvelerin bitmesiyle yere inmiş ve doğal şartların kendilerini zorlamasıyla (doğanın diyalektiği) da insanlaşmışlardı. Komünizme göre de insan evrimleşerek oluşmuş ve daha sonra ise tarihin diyalektiği içinde din, ahlak, hukuk, devlet, aile gibi sömürü kurumlarını üretmiştir. Şimdilerde zorla ayakta tutulmaya çalışılsa da Evrim teorisi yıkıldığına göre bu durumda kendini bu teoriye yaslayan komünizm de onunla birlikte yıkılmış olmuyor mu?
Baştan söyleyeyim, bu soruların bende cevabı var. İlahi Adalet Komünizm adlı kitabımda bunları ve daha fazlasını tartıştım. Dileyen oradan okuyabilir. Bu soruları komünizmi iktidara taşıma iddiasında olanlara soruyorum.
Komünizmin hedeflediği, dini ve ahlaki değerlerinden uzaklaşmış yalnızca doğal ihtiyaçları ve cinselliğinin karşılanmasıyla tatmin olan insanlardan oluşan toplum, o ana kadar kazandığı din, ahlak, hukuk, aile gibi değerlerini reddederek, hem biyolojik, hem de diyalektik açıdan tersine bir evrim sürecine girmiş olmuyor mu?
Komünizme göre; ağaçtan yere inen maymunların doğal şartların zorlamasıyla ürettikleri din, aile, ahlak, hukuk ve devlet gibi kurumlar, insanların birbirlerini ezmelerine neden olan ve ileride yıkılması hedeflenen olan üst yapı kurumlardır. Oysa insanlar bu kavramlar olmadan önce tamamen sınırsız ve kuralsız bir hayat sürmekteydi. “İlkel komünal toplum” olarak adlandırılan bu yapı içinde üretim, yeteneğine göre, kolektif olarak yapılmış, tüketim de, ihtiyacına göre, yine kolektif olarak karşılanmıştır. Cinsellik sınırsız olarak uygulanmış, bütün toplum fertleri dini ya da ahlaki bir zorlama olmadan birbirleriyle özgürce cinsel ilişkide bulunmuşlardır.
Komünistlerin düşüncelerine göre, bu ilkel komünal toplum, insanlar için en ideal toplum yapısını oluşturmaktadır. Bu yüzden insanların sonradan uydurdukları din, ahlak, hukuk, aile, devlet gibi kavramları terk ederek yeniden bu modeli gerçekleştirmeli, sınırsız özgürlüğe ve doyuma ulaşmalıdırlar.
Görüldüğü gibi komünizmin vadettiği böyle bir toplum, yalnızca maddi değerlere önem veren insanlardan oluşacaktır. Ve maddesel ihtiyaçları karşılanan bu insanlar için kim tarafından, nasıl ve niçin yönetildikleri de bir önem taşımayacaktır. Bu ihtiyaçların karşılanması onlar için yeterli olacaktır.
Bu bağlamda ilk sorum: Komünizmin insan ilişkilerindeki en önemli etkenin ekonomik çıkarlar olduğunu savunması pusuda bekleyen bir başka materyalist dünya görüşü olan kapitalizme de kapı aralamayacak mıdır?
İkinci sorum: Dini, ahlaki ve milli değerlerinden uzaklaşmış yalnızca doğal ihtiyaçları ve cinselliğinin karşılanmasıyla tatmin olan kendi sorunlarına gömülmüş insanlardan oluşan yığınlar, başka ulusların kontrolüne rahatlıkla girerek güdülecek birer sürü haline gelmeyecekler midir?
Komünizm sanıldığının aksine ilk defa Marx tarafından ortaya atılmış bir ideoloji değildir. Bunun en iyi örneklerinden biri Şeyh Bedrettin’dir. Şeyh Bedrettin, Marx’dan yüz yıllar önce, Marksizmle büyük paralellik gösteren “yerli ve milli” bir komünizmi benimsemiş ve yaymıştır. Uğrunda idamı göze aldığı düşüncelerini paylaştığı “Varidat” isimli kitabında “yerli ve milli” komünizmini şöyle açıklıyor:
“… Allah, dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Demek ki dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin evinde, kendi evim gibi oturabilmeliyim. Sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizindir. Tabii bunlara Allah’ın bizim yarattığı kadınlar da dâhildir…”
Dikkat ederseniz bu görüşler komünizmin dönem ve bölge şartlarına göre uyarlanmasından başka bir şey değildir.
Peki, TKP neden, Şeyh Bedrettin’in yaptığı gibi, komünizmi çağın ve bölgenin şartlarına uyarlamak yerine kolaycılığa kaçıp 19. yüzyıldaki ilkel haliyle pazarlamaya çalışıyor?
Söylediğimiz gibi Marksist teoriye göre komünist parti kanlı bir devrimle iktidara gelecek fakat ilkel komünal toplum yapısı tam olarak yerleştiğinde kendini feshederek ortadan kaybolacaktır. Peki, güçlü olanın zayıfı ezdiği orman kanunlarının işlediği ilkel komünal toplumda toplumsal düzen nasıl sağlanacaktır? Ve reel sosyalizm uygulamalarındaki ceberrut devlet uygulamaları bu ilkel komünal fantezinin neresine durmaktadır?
Bilindiği gibi Marksizmin sosyolojik teorisi toplumların tarihi gelişmelerini üç aşamada sınıflandırıyor: feodalizm, kapitalizm ve son olarak da komünizm. Marx tarafından bu tarihi süreçler, zorunlu geçişler olarak öngörülüyordu. Fakat öyle olmadı, kapitalizm geçirdiği onca krize rağmen her seferinde toparlanıp zombi gibi yoluna devam etti. Acaba Marx’ın teorisinde bir hata mı vardı?
Marx’ın öngörüsüne göre; kapitalist toplumun gelişme sürecinde başlangıçta var olan küçük işletmeler zamanla holdingler, karteller, tröstler tarafından yutulur ve sermaye yalnızca belli tekellerde toplanır. Kapitalizmin sonucunda mal ve paranın tek elde toplanmasıyla fakir halk isyan eder ve bir iç savaşla komünist düzen iktidara gelir. Peki, bu taktiği biz biliyorsak kapitalistler bilmiyorlar mı?
Ayrıca komünizmin hedefi olan din ve ailenin ortadan kaldırılması aynı zamanda kapitalizmin de hedefi durumunda. Bilindiği üzere liberal ekonomi de devletin sosyal hayattan, ekonomiden çekilmesi ve zorlayıcılığının kalkması için mücadele ediyor. Aile, ahlak, din gibi hayatı kendince düzenleme iddiasındaki yapılar kapitalizmde de liberalleşme politikaları sayesinde daha kolay yok olmaktadırlar. Din, aile ve ahlak gibi kavramlar yok olurken sermayenin tekelleşmesi daha da hızlanmaktadır. Tuhaf bir şekilde birbirine zıt, birbirinin antitezi olan her iki ideolojinin de aynı şeyi savunuyor görünmesi bir tesadüf mü, yoksa çelişki mi?
Marx, devrimin Almanya, İngiltere gibi en gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşeceğini öngörüyordu, oysa devrim Rusya gibi az gelişmiş bir ülkede gerçekleşti. Bu durumda Marx’ın öngörüleri yanlış mı çıktı?