Kötü şeyler yazmaktan sıkıldım.

Hadi önce iyi şeyleri yazalım bugün, sonra söylemek istediğimizi söyleriz.

Özgür Gündem
’in yasak kararı kalktı, herkes gibi ben de çok sevindim, kapatılması ne hukuka, ne adalete, ne ahlaka uygundu.

İkincisi, önceki akşam parlamentoda Başbakan Erdoğan, Ali Babacan, Salih Kapusuz, Abdülkadir Aksu, BDP’den Sırrı Sakık, Sırrı Süreyya Önder, CHP’den Durdu Özpolat kuliste birlikte çay içip simit yemişler.

Siyasette insani “dokunuşlar” görmek herkese iyi gelecek, “düşman” değil “rakip” olmaları, şakalaşmaları, belki de bunlara çok aç bir hale geldiğimizden içimi ısıttı.

Şimdi gelelim asıl söylemek istediğime, uzun zamandır bir türlü lafı denk getirip de yeniden yazamadığım şu eğitim meselesine ve meşhur 4+4+4 sistemine.

Ben bu reformu desteklediğimi söylemiş, dostlarımdan epeyce bir zaparta yemiştim, daha sonra AKP’lilerin asıl amacının “eğitim reformu” değil “imam-hatiplerin ortaokulunu açmak” olduğu anlaşılmıştı, ben de eleştirenlerin bu açıdan haklı olduğunu, reformun eğitimden daha başka amaçlar beslediğini de yazmıştım.

Devamını yazmak bir türlü kısmet olmamıştı.

Şimdi konu yeniden kavga dövüşle gündeme gelince bana da asıl söylemek istediklerimi bir daha söylemek fırsatı doğdu.

Öncelikle şu AKP’lilerin “imam-hatiplerin ortaokulunu açmak” için eğitim reformu yapmaları konusundan başlayalım.

Neden bu ülkede hâlâ bir siyasi parti “ben imam-hatiplerin ortaokulunu açmak istiyorum” diye açıkça söyleyemiyor da bin türlü hülle yapıyor?

Burada ilk sorgulamamız gereken herhalde AKP’lilerin niyetinden çok, siyasetçilerin niyetini açıkça söyleyemediği bir ortamın hâlâ bu ülkede neden baskın olduğu.

Ali Nesin, “laik bir ülkede din eğitimini devletin veremeyeceğini, bunun özel okullarda verilmesi gerektiğini” söylüyor.

İmam-hatiplerin açılmasını değil, o okulların kim tarafından açılması gerektiğini tartışmak bence de çok daha doğru ve hayırlı bir yöntem.

İnsanların çocuklarına din eğitimi aldırmak istemesinden bu kadar ürkecek ne var?

Bana sorarsanız, keşke gerçek bir din eğitimi aldırabilseler de dindar çocuklar gerçekten dindar olsa, dindar kisvesi altında şoven milliyetçiler olarak yetişmese.

Bu eğitim reformuna karşı çıkanlar, “çocukları imam-hatiplere göndermek istiyorlar, kızları okula göndermeyecekler” diyor.

Hayatın doğal bir akışı vardır, okula göndermek çocukları için daha iyi bir gelecek, aileler için daha büyük bir yarar sağladığında, herkes kızını da oğlunu da okula gönderir.

“Çocukların asıl dostları biziz, aileleri onların düşmanı”
anlayışı bana çok sağlıklı gelmiyor, seksen senedir bu ülkede “laik ve modern” bir eğitim sürüyor ama bu ülkenin yüzde sekseni “mesleksiz”, bu okula gitmiş mesleksiz yığınlar için ne yapacağımızı düşünmek, aileleri devletin kelepçesine güvenerek yola getirmek fikrinden daha evladır.

Çocukların eğitimleri, onlar bir meslek sahibi olduğunda anlam kazanır, siz onları okula gönderir ama bir meslek kazandıramazsanız insanlar da kızlarını okula göndermekte çok istekli olmayabilirler.

Bu yeni sistem meslek okullarına “başka nedenlerle” de olsa önem vererek bu soruna bir çözüm arıyor.

Ben, bu eğitim meselesinde devlete güvenmiyorum, yirmi yirmi beş yıl kadar önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın Talim Terbiye Kurulu hakkında epey yazı yazmıştım, “ailelere değil de devlete güvenerek” bu reforma karşı çıkanlar, bu ülkenin bütün çocuklarının ne okuyup ne okumayacağına karar veren bu Kurul’un yapısını, amacını, ideolojisini hiç gözden geçirdi mi?

Bizim Cumhuriyet’in birinci amacı, beyinleri kezzaplanmış, yaratıcılıkları budanmış itaatkâr insan yetiştirmektir, eğitim sistemini belirleyen bakanlığın adının bile “milli” olması sizi hiç endişelendirmiyor mu?

Eğitimin “millisi” nasıl olacak?

Milli bir kimya, fizik, matematik anlatsanıza.

Bakın, seksen küsur yıllık bir Kemalist sistemin yolumuza koyduğu koca kayayı kıpırdattığımız bir dönemden geçiyoruz, askerî vesayet geriliyor, “askerî vesayet geriledi ama yerini Erdoğan aldı” diyorlar.

Erdoğan’ın “keyfî” uygulamalarına baktığınızda bu saptama doğru gözüküyor ama bu keyfilikle ne kadar dayanır Erdoğan, bir seçim mi, iki seçim mi, sonunda iktidar değişir.

Biz, bir su pınarının üstüne yerleştirilmiş bir kayayı yerinden oynatıyoruz, o pınarın suyu önce kaçınılmaz olarak biraz çamurlu akacaktır, sonra berraklaşır o su, ilk gelecek su “çamurlu” olacak diye o pınarın üstündeki kayayı hiç yerinden kımıldatmayacak mıyız?

Bu tür “eğitim reformlarında” da ilk gelen suya çamur karışması doğal ama siz hangi amaçlarla olursa olsun eğitimin üstündeki o Kemalizm kayasını oynatırsanız bir zaman sonra su yolunu bulur, temizlenir, aklanır, güçlenir.

Kayayı yerinden oynatacak değişimlerden korkmamak lazım.

İnsanlardan, dinden, dindarlardan, sivil yöneticilerin keyfiliğinden ürkmeyi de anlamıyorum, Erdoğan’ın keyfiliği değil o keyfiliği eleştirecek bir medya olmaması tehlikeli.

Bir gün öyle bir medya da olur.

Yeter ki su aksın.