Adam şampuanının çok iyi olduğunu Hitler’e söyletince, bunun yankıları Amerika’ya da ulaştı. Bunun için de bazı arkadaşlarımız reklamcıya ayrıca kızdı. “Bizi dünyaya rezil etti” diye. Evet, bu “Hitler” buluşu uluslararası tepki yaratmaya yatkın. New York’ta, Chicago’da Türkiye’yi hatırlaması için bir neden olmaksızın normal hayatını yaşayan biri, böyle bir olayı haber aldığı zaman, “Bunlar ne biçim insanlar!” diye bir düşünecek.


Bir süre önce Kavgam kitabının Türkiye’de yüksek satış yaptığı da basında açıklanmış, sayılar verilmişti. Bu reklamcı da Hitler’in “güvenilir kaynak” olduğuna güveniyor ki şampuanı övmek için onun otoritesine başvuruyor. Bu olgu, herhalde reklamın kendisinden çok daha önemli­ –ve vahim.


Peki, sorun yalnız Hitler mi? Gençliğin Kavgam okuması mı?


Mustafa Muğlalı Kışlası’nın adı daha yeni değişti. Kimdi bu adam? Haklarında (oldukça kuvvetli) “kaçakçılık şüphesi” bulunan 33 Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Kürt’ü kurşunlatarak öldüren subaydı. Bunu CHP’nin “tek-parti” döneminde yapmış, sonra DP iktidarında yargılanmış ve mahkûm olmuştu. Hapisteyken ölmüştü.


Son analizde Kürtler’in eşit yurttaşlık talebinden kaynaklanan bir silâhlı çatışma devam ederken bazı Türk subayları bu adamın adını bir kışlaya verdiler. Amaç açık : “Siz böyle yaparsanız biz size Muğlalı’nın yaptığını yaparız.” Van ilinin Özalp ilçesindeki bir kışlayı da bunun için seçtiler.


Şimdi sağda solda toprak kazıp kemik çıkarıyoruz. PKK’ya para verdi, yardım etti diye ensesinden kurşunlanan çok sayıda Kürt, bunun kurusıkı bir tehdit olmadığını gösteriyor.


Ama kışlanın adı “resmî jest”, onun için çok önemli. Bu adamın adının bir kışlaya takıldığı bir ülkede bir reklamda Hitler’in adının geçmesi çok mu şaşırtıcı?


Yukarıdaki varsayımsal adam, “bunlar ne biçim insanlar” dedikten sonra sahiden meraklanıp araştırmaya girişince muhtemelen Muğlalı’ya da gelecektir. Şaşkınlığı azalacaktır.


Başkentimiz Ankara’da “Vali Doktor Reşit Bey” adını taşıyan bir caddemiz var. O kim?


İttihat ve Terakki’nin genel sekreteri Mithat Şükrü anı kitabında, 1915’te Diyarbakır Valisi olan Reşit Bey’le daha sonraki konuşmalarını aktarır : Sen bir doktorsun, der Mithat Şükrü, Hipokrat yemini etmişsin. Nasıl öldürürsün o insanları? Doktor Reşit Bey, “Öldürürüm. Öldürdüm” der. Çünkü ben onları öldürmesem onlar benim insanlarımı öldürecekti.


Reşit Bey mütarekede tutuklanır, kaçar hapisten, kaçarken sarılır, intihar eder.


Mithat Şükrü’ye cevabında verdiği açıklama, tamamen bir spekülasyondur, ama şimdi işin orasına girmeyelim. Bu ülkede binlerce insanın içinden, Dr. Reşit’e hak vermesi olgusuna da şimdilik girmeyelim. Önemli olan “resmî jest”. Resmî jest ise, “Öldürdüm, gene öldürürüm” diyen adamın adının başkentin büyücek bir caddesine verilmiş olması.


“Bunlar ne biçim insanlar?” diye meraklanan varsayımsal Amerikalı arkadaşımız bu olguya gelince, merak ettiği konuda biraz daha aydınlanacaktır; devletin böyle davrandığı bir ülkede reklamcının biri de “Hitler” demiş... Olur a!


Giresun’da “Topal Osman Anıtı” var. O kim?


Nasıl bir kanlı katil olduğunu başkası değil, Falih Rıfkı, Falih Rıfkı Atay anlatır, Çankaya’da. İnsanları diri diri fırına, geminin kazanına attığını anlatır. Ama Giresun’da “Pontus” girişimlerine karşı Rum öldürdüğü için “ulusal kahraman” ilân edilmiş, bu başarıları heykelinin kaidesine yazılmıştı. Nasıl olduysa birileri “ayıp oluyor” diye bu kaideyi değiştirdi. Büyük gazeteci Emin Çölaşan küplere bindi, “O kaideyi nasıl değiştirirsiniz!” diye.


Devam etsem, daha kaç olay çıkar, hepsini anlatmak kaç sayfa doldurur, bilemiyorum.


Bunları anlatmayı ve eleştirmeyi bir “vatana ihanet” havasıyla karşılamayı sürdürüp üstünü örttükçe, daha çok “Hitlerci” reklamcı çıkar; çünkü Hitler’in değerleriyle yaşayan kitleler yaratmış oluruz.