12 Eylül’ün kendisi derslerle dolu olduğu gibi 12 Eylül darbecilerinin yargı önünde yakasına yapıştığımız ilk gün de çok öğreticiydi doğrusu. Engels’in “Tarih bazen doktrinin dümenine geçer yanlışa doğru yaptırır” sözünü bir kez daha hatırladım. AK Parti ne yapsa kötüdür deyip, 12 Eylül referandumunda “hayır” diyenler, “boykot” edenler de davaya müdahil olma talebiyle oradaydılar. Gerekçeleri ne olursa olsun hiç kuşkusuz orada olmakla ve müdahil olma talebinde bulunmakla doğru yapıldı.

Berfo Nine’nin sözüyle, ocağımızı söndürenlerden hesap sorma günü başka her tür hesabın önüne geçmeliydi, öyle de oldu. Sağıyla, soluyla, Kürt’üyle, Türk’üyle, Çerkes’iyle, Ermeni’siyle, Sünni’si, Alevi’siyle, inananıyla inanmayanıyla tüm 12 Eylül mağdurlarının geniş yelpazesi vardı mahkeme kapısında.

Gündemimize yine önemli konular düştü, 12 Eylül davası, KCK iddianamesinin açıklanması ve Genelkurmay’ın Uludere katliamı gerekçesi. Bunlar üzerinden atlanamayacak denli önemli, bu nedenle “Değişimin iki evresi” başlığı altında AK Parti’deki değişim üstüne başladığım yazıma kısa bir ara vereceğim. Aslında gündemimize düşen konular bu analizin de parçalarıdır.

Yabancılardan “sizin ülkenizde olan biteni bir türlü anlayamıyoruz” lafını birkaç kez ben de duymuştum. Doğrusu onları aydınlatmaya pek yardımcı da olamamıştım. Bu anlamda biz bize benzeriz lafı doğru galiba.


32 yıl boyunca 12 Eylül’cülerden hesap soramamanın ezikliği içindeydik, şimdi biraz olsun rahatladık, bugünleri de gördük diyebiliyoruz ama buna karşın yarın ne göreceğimizden o kadar emin değiliz, demokrasimiz artık düze çıktı diyemiyoruz.

Bir yanda tarihî bir ilke imza atıyor demokrasiye, halka ihanet eden 12 Eylül darbecilerinin yakasına yapışıp yargı önüne çıkarıyoruz, ama öte yandan aynı ülkede ve aynı zaman dilimi içinde KCK iddianamesinde apaçık yansıdığı gibi hukukla açıklanması mümkün olmayan keyfî suçlamalarla insanlar hapsediliyor, gazeteciler içeri atılıyor, bir masum pankart için gençlerimizin hayatı karartılıyor.

32 yıl önce darbe yapanların yakasına yapışıldığı gibi bugün de darbeye teşebbüs eden generallerin yakasına yapışılıyor ama öte yandan Genelkurmay Uludere katliamını askerin olağan operasyonu içinde göstermekten çekinmiyor.


Yani insan haklarının ihlalinde aynı pervasızlık sürüyor.

Bu duruma “çelişki” denemez, arada uçurum var. O nedenle uzlaşmaz çelişki anlamında paradoks diyorum. Türkiye bugün yaşadıklarımızla tam anlamıyla bir paradokslar cennetidir. Ne var ki, paradokslar aynı zamanda değişim dinamiklerinin canlılığının da göstergesidir. Zira böylesine keskin paradoksların yaratmış olduğu eğik düzlemde, bu yüksek gerilim ortamında bir ülke uzun süre kalamaz.


Bu yüksek gerilim kendiliğinden iyi sonuçlar doğurmaz.
 Bunun için olanlardan olabilecek olanı çıkaracak biçimde sonuçlar üretebilmeliyiz. Bu nedenle 12 Eylül yargılamasının ilk günü üzerine düşünmek gerek.

Bu ilk günde mahkeme salonu içinde ve dışında davaya fiilen müdahil olanlar bu ülkede demokrasinin kökleşmesini isteyenlerdi, yani “kendiliğinden demokratik muhalefetti”. Ne var ki orada oluşan tepki genelde demokratik bir muhalefet hareketini temsil ediyor da değil. Oysa açık ki bugün demokrasimizin en önemli eksiği demokratik bir muhalefet çizgisinin vücut bulmuş olmayışıdır. Neden olamadığı sorusunun yanıtının ipuçları da yine şu birkaç günün tartışmaları içinde gizli.

Demokratik muhalefet çizgisinin ortaya çıkamayışının en önemli nedeni birçok kez altını çizdiğim gibi“anti-AKP” tutumdur. “AKP ne yapsa kötüdür” düşüncesidir. Bu tavır demokrasi mücadelesinde özellikle sol kesimin tutumsuz kalmasını, seyirciliğini getiriyor.

İkinci ana neden ise “demokrasi düşüncesindeki” sakatlıktır. Demokrasinin evrensel değerleri olsa da bu değerlerin hayata geçişi her birimizin o değerlere verdiği anlamla sınırlı olamaz, ancak demokrasi isteyen ama farklı anlayışta olanların karşılıklı ilişkileri içinde demokrasi vücut bulur. Bu nedenle birinci tür anlayışa “steril demokratlık” diyorum. Yani “benim gibi düşünmeyen demokrat değildir” anlayışı. Oysa demokratlık dikensiz gül olmak olmadığı gibi, demokrasi de dikensiz gül bahçesi değildir.

Demokratik, sol bir muhalefet çizgisinin ortaya çıkamayışının üçüncü nedeni ise özellikle sol için geçerli olan, olaylardan, hayattan öğrenmek gibi bir geleneğin neredeyse hiç olmayışıdır ki buna da “steril devrimcilik” diyorum. Tekkecilik yani.

Aynı sol sonra da “sol niye krizde” diye tartışıyor. Bu da bir başka paradoks kuşkusuz.


Amacım kimsenin yanlışını başına kakmak değil, hayır da boykot da demiş olsa bugün darbecilerin yargılanmasında birlikte tutum almış olmak ileriye doğru bir adım, demokratik muhalefet için bir fırsat sayılmalı.