28 Şubat darbesinin yaşadığımız diğer darbe ve müdahalelerden farklı, özgün yanı “silahsız kuvvetler darbesi” olmasıdır. Bu darbeye “post-modern” denmesi de bu nedenle değil mi? Oysa bugün 28 Şubat nedeniyle gözaltına alınanlar şu âna kadar yalnızca Silahlı Kuvvetler içindendir. Bu durumu üstünde düşünmeye, dikkat çekmeye değer buluyorum.

Meselenin düşünmeye değer iki yönü var. Birincisi bu darbeden sorumlu sivillerin kimler olduğu ve yargının bunların üstüne gidip gitmeyeceğidir. Örneğin medyada o dönemin Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in adı geçiyor. Bu sorunun yanıtını bizler değil kuşkusuz yargı verecek. Cezai sorumluluk dışında bu darbe nedeniyle Demirel’in siyaseten sorumlu olduğunu düşünüyorum. Zira ordu içinde bir cunta oluşumu kendisine rapor edilmiş. Böyle bir bilgiyle muttali olan bir cumhurbaşkanı ne yapmalıydı?

İkinci ve bana göre çok daha önemli yönü ise, askerlere geniş bir sivil çevrenin destek vermesinin nasıl olabildiği sorusudur.


Bir darbeyle yüzleşmek demek yalnızca fiilen darbe yapanlar veya darbe plânlayanlardan hesap sormak değil, beraberinde sivillerdeki darbeci zihniyeti de (militarizm) toplum olarak yargılamak demektir.
 Zihniyetin yargılanması yargı önünde olup bitecek bir sorgulama da değildir, zira ortada yasaları ilgilendiren bir suç olmasa da darbeye doğrudan veya dolaylı destek veren zihniyet sorgulanmak zorundadır. Caydırıcı olma açısından darbecilerin veya teşebbüs edenlerin yargılanması özellikle bizim ülkemizde fevkalâde önemlidir, ama mesele bununla kalır, toplum demokrasi zihniyeti ve siyasa açısından kendini de yargılamazsa tedavi yarım kalmış olur.


Kendi gücüne güvenmeyen siviller

Bir toplum kendi kendini yönetme ve kendi geleceğine sahip çıkma özgüveni kazanmış değilse, o toplum demokrasi için yeter şarta sahip değil demektir. Ve her zaman kendini güdecek bir çobana ihtiyaç duyar. Bu çobanların apoletli veya apoletsiz olması demokrasi ve özgürlükler açısından büyük fark yaratmaz. Mesele bir çobana ihtiyaç duymamak, sürü olmamak, toplum olmayı hak edebilmektir.

Kendi kendini yönetebilme özgüveni ana karnında öğrenilmiyor, demokrasi deneyi içinde yazboz yaparak oluyor maalesef. Fakat hiç öğrenememe hâli, demokrasi eblehliği de az rastlanır bir durum değil; eğer ıslanmaktan korkuyorsanız hayat boyu yüzmeyi öğrenemez, her daim “kolluk” gücüne yaslanarak su üstünde kalmaya çalışırsınız.


İşte bu açıdan 28 Şubat’ın tüm diğer darbe veya müdahalelere benzemeyen son derece ayrıksı bir durumu var ve bu durumu toplumsal bir patoloji olarak görüp üstünden atlamadan incelememiz gerekiyor.

12 Eylül zulmünün üzerlerinden buldozer gibi geçtiği insanlar, darbe öncesinde nasıl aldatılmışlarsa 28 Şubat’ta Aczmendi görüntüleri vs. ile bir kez daha aldatıldılar. Sonrasında AK Parti’nin iktidar olmasıyla 28 Şubat’ın devamı olan Ergenekon çeteleşmesi sürecinde bir kez daha aldatılmak istendik ama ne iyi ki toplum olarak bu kez bir miktar akıllanmıştık ve bu zokayı yutmadık. Fakat hatırı sayılır bir çevrenin 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın yargıya taşınmasına bile burun kıvırdığını, bunun AK Parti’nin bir manevrası olduğunu söylediğini görünce insan küçük dilini yutacak hale geliyor. “Öyle bile olsa, bu durum bir fırsattır, biz bu manevrayı bozar bu yargılamaları derinleştiririz”düşüncesine, daha doğrusu özgüvenine dahi sahip değil bu çevreler. Bunu yapacak gücü kendinizde göremiyorsanız ötesine nasıl geçeceksiniz? Darbecilerden hesap sormak için gelecek güzel günleri, devrim günlerini mi bekleyeceğiz?


Özellikle CHP’nin 28 Şubat’ın yargı önünde soruşturulması karşısındaki acıklı görüntüsü ibretliktir.
 Üstelik de “yeni CHP, yeni sol” diye ortaya çıkmış olanlar kıvırtıyorlar. Geçmişin “Askerci parti” damgasından partilerini kurtarmak istediklerini beyan etmişlerdi; şimdi önlerine çıkmış bu müthiş fırsatı da yitirdikleri gibi “askerci parti” damgasını bir kez daha yemiş oldular. Deniz Baykal’ın günahı neydi?


Kılıçdaroğlu “Kenan Evren’le Recep Tayyip Erdoğan arasında ne fark var” diye sormak gafletinde bile bulunmuş.
 Cumartesi günkü Taraf’ta Erol Katırcıoğlu’nun güzel bir yazısı vardı, “ Doğrusu CHP Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri etmesine nasıl razı oluyor, anlamak zor ama cevabı çok açık değil mi?


Sorunun cevabı, “siyaset”!


Kenan Evren “siyaseti” yasaklayarak iktidar oldu, Erdoğan ise “siyaseti” kullanarak.
Beğenelim beğenmeyelim Erdoğan bu toplumda halkı ikna ederek, oylarını yüzde 30’lardan yüzde 50’lilere çıkararak iktidar oldu. Bu nedenle de Erdoğan’ın Evren’le ne alakası var?” diyor Katırcıoğlu.

Hâlâ CHP’den siyaset yapması bekleniyor. Nasıl olacak bu iş?