Geçtiğimiz cumartesi günü Taraf’a yazımı göndermedim, çünkü o gün artık ayrılmaya karar vermiştim. Ama içim “haksızlığa isyan”duygularıyla doluydu; İsyan, öfke, kırgınlık, üzüntü duygularının etkisi altında yazmak istemedim. Biraz yatışmayı bekledim.
Zira böyle bir cesur gazeteye Türkiye’nin hâlâ ihtiyacı var, ona haksızlık yapmak istemem fakat ne var ki, kimilerinin sola, solun tarihine gerçek eleştiri yerine haksızlık yaptıklarını, sahte bir tarih yazılmak istendiğini düşünüyorum.
Cesaret evet, ama yetmez…
Solu ve solun geçmişini eleştirirken de yapılması doğru olacak olan önemli bir tesbittir bu. Solun söylemlerini, siyasetini haklı olarak eleştiriyoruz bugün, ama hiç kimse Cumhuriyet tarihi boyunca sosyalistlerin, komünistlerin düzene karşı cesur mücadelelerini reddedemez. Öyle olmasaydı Cumhuriyet tarihi sosyalistlerin, komünistlerin, solun uğradığı mezalimin, tabutlukların, faili meçhullerin tarihi olmazdı. Ne var ki, salt kafa tutmak, salt cesaret yetseydi sol bugün başarılı durumda olurdu. Bu nedenle sol üstüne hamaset yapmak değil yanlışlarını konuşmalıyız elbette.
Solun ve bütün sol gurupların en önemli yanlışı gerçeğin tekeline sahip olma tavrıyla ötekine karşı üstenciliği, kibri, nefret söylemini bir siyaset ve üslup haline getirmeleridir. Ama bugün solu eleştirdiklerini sananlarda da aynı tavrı görmek şaşırtıyor insanı. Eleştiri adına söylediklerinden hiç kuşku duymuyorlar.
Kimse sol içi şiddet uygulamalarını inkâr etmiyor ama solu şiddetin kaynağı olarak gösterip devletin şiddetini mazur göstermek ne gerçeklerle ne de hakkaniyetle bağdaşır. Daha önce de KCK operasyonları sırasında Kürt sorunu ve PKK nedeniyle ortaya çıkan, “şiddete eşit mesafede durma” tavrını da eleştirmiştim. PKK = sol = şiddet = PKK denklemi kuranlar olmuştu. Bu indirgemeci, toptancı yaklaşıma, solu şiddettin nedeni gösteren bu anlayışa karşı çıkmıştım. Bu yaklaşım özellikle bizdeki devletin mağdura, mazluma karşı ikiyüzlülüğünü gizliyor. İyi niyetli olmak bu sonucu değiştiremez. Aynı hatalı yaklaşımı bir kez daha görüyorum şimdi.
Oysa, 12 Eylül’e gidişte devletin solu silahlanmaya zorlayan provokasyonlarını somut örneklerle yazmış, o tarihte bu provokasyonlara can güvenliklerimiz tehlikede olduğu halde nasıl karşı durduğumuzu ve silahlanmayarak bu oyunu bozduğumuzu anlatmıştım. Nitekim 12 Eylül davalarında işkence altında alınan ifadelere rağmen silahlı örgüt, terör örgütü damgası basamamışlardı. Bu gerçekler yargı kararlarıyla da belgeliyken şimdi bu örgüt ve örgütleri, DİSK’i 77 1 Mayıs’ının suçlusu gösterme çabası içimde derin biçimde haksızlığa uğramışlık duygusu uyandırıyor.
Bir yazar böyle düşünebilir, böyle yazabilir, ilginç olmak isteyebilir, ilginç olma dürtüsü ona “insaf” ölçülerini unutturabilir vs. Bu o denli önemli değildir. Hiç dikkate almayabilirsiniz ya da eleştirir geçersiniz ama bunca tanık ifadesi, bunca yargıya dahi intikal etmiş belge ve hatta yargı kararı varken bunları açıkça gözardı ederek salt spekülasyona dayalı mesnetsiz sıradan bir iddiayı ve 77’de devletin solu hedef gösteren sahte gerekçesini gazetem üst üste manşet yaptığında, devleti, derin devleti aklar biçimde DİSK’i, Türkiye Komünist Partisi’ni, İGD’yi ve tüm solu 77 1 Mayıs katliamının sorumlusu olarak gösterdiğinde mesele değişiyor ve mesele bir iki yazarın görüşü olmaktan çıkıyor.
Böyle gördüğüm içindir ki yazarı olmaktan hep öğündüğüm Taraf’ta yazmayı sürdürmemin kendi açımdan doğru olmayacağına karar verdim. Taraf’la bağımın böyle sonlanmış olmasına cidden çok üzgünüm, ama okurlarımın beni anlayacağına inanıyorum. Taraf’a başarılar dilerim. Hoşça kalın.
Bu son köşe yazımı, 1 Mayıs 77’nin tarafsız tanığı olduğuna hiç kuşku duyulmayacak olan, o tarihteki İstanbul Belediye Başkanı Sayın Ahmet İsvan’ın solu suçlayanlara karşı geçenlerde televizyonda söylediği bir sözle noktalayacağım.
“İnsaf ile düşünün.”