Kemalist statükocularla birleşerek klasik milliyetçilikte ısrar eden milliyetçilerle diyaloğa girmek kolay değil.

Mustafa Akyol, Star’daki yazısında ‘Sol liberaller’in milliyetçiliğe yaklaşımını eleştirmiş: “Bu aydınların gözünde milliyetçiliğin her türlüsü mutlaka kötü, mutlaka fena. Dahası, her yerden kapı dışarı edilmesi, ‘nerede görülürse ezilmesi gereken’ bir şey. Hükümetin ve Başbakan’ın en büyük faulü de sık sık milliyetçiliğe prim vermek.”
Milliyetçilerin olduğu gibi solcuların da geçmişlerinde karanlık noktaların olduğuna dikkat çeken Akyol, hiçbir ideolojiye katı ve değişmez bakmamak gerektiğini ifade etmiş: “Hemen her ideoloji gibi onun da sert veya ılımlı, otoriter veya demokrat versiyonları olabileceğini görmek gerek. (Mesela Mümtaz’er Türköne, Zaman’daki usta yazılarında, demokrat bir milliyetçilik vizyonu geliştirmeye çalışıyor.)” 

Milliyetçilik tabii ki ılımlı olabilir
Milliyetçiliği her alandan dışlayan bir eğilimin güç kazandığını söyleyen Mustafa Akyol, mutlaka milliyetçilerin de hesaba katıldığı bir demokratikleşme programının hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etmiş.
Akyol, ‘bir uzlaşma projesi’ olarak tanımladığı bu proje adına, demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü düşüncelerinin merkezine alan aydınların tavrının değişmesini istiyor.
Son yıllarda Türk milliyetçiliğinin geçirdiği değişimin boyutu tartışılabilir. Ülkücülerin, geçmişle kıyaslandığında daha az ‘sokakta’ oldukları, büyük suikastların tertipleyicisi olmaktan uzaklaştıkları söylenebilir.
Tabii, Hrant Dink cinayetinde onların bir kesiminin kullanıldığı bir gerçek. Güneydoğu’daki Kürtlere yönelik zulme varan uygulamaların arkasındaki kişilere baktığımız zaman da bunların çoğunun ülkücü gelenekle bir bağı olduğunu görebiliyorsunuz.
Türk milliyetçiliğinin, sertiyle, yumuşağıyla farklılıkları dışlayan ve ezmeyi meşru gören renkler taşıdığı da görmezlikten gelinemez. Alparslan Türkeş’in “Ne mozaiği ulan mermer” sözcüğünde ifadesini bulan ‘egemen Türk milliyetçiliği’, hâlâ ‘ülkücü dünya’nın temel bir rengini oluşturuyor.
Devlet Bahçeli’nin danışmanı olarak tanıdığımız Profesör Vedat Bilgin, yeni ve farklı bir milliyetçilik anlayışını savunuyor. Orta sınıfların güçlenmesinden yola çıkarak milliyetçiliğin güçlü olduğu Anadolu kentlerinde, saldırgan milliyetçiliğin, dışlayıcı milliyetçiliğin rağbet görmediğine dikkat çekiyor ve ‘demokratik milliyetçilik’ adını verdiği yeni bir anlayışın temellerini inşa etmeye çalışıyor.
Ancak Bilgin, bu düşünceleriyle MHP içinde etkili olamadı. Bahçeli, Kürt sorununda çözüm arayışlarına katı tepkiler gösterdi. ‘Uzlaşma’cı çözüm çabalarına kapıları kapadı. Kürt açılımına destek vermek için harekete geçen aydınları ‘12 kötü adam’ diye suçlayarak diyalog olanaklarını engelledi.
Vedat Bilgin’in ‘yeni milliyetçilik’ yönündeki tezlerini önemsiyorum. Ekonomisi, sosyal dokusu büyük bir değişim ve dönüşüm geçiren Türkiye’de ülkücülerin de eski yerlerinde saymaları mümkün değil. Onların geçmişte dayandıkları toplumsal sınıflar da ciddi bir değişim geçirdiler.
İç Anadolu’da giderek yaygınlaşan orta sınıflar, milliyetçi reaksiyonları olmasına rağmen, bu reaksiyonlarını daha ‘ılımlı’ ifade etmeyi tercih ediyorlar. Anayasa referandumu sırasında Devlet Bahçeli’nin AK Parti’ye yönelik “PKK ile uzlaşıyorlar”, “Türkiye’yi bölüyorlar” şeklindeki eleştirilerine pek itibar etmediler. Milliyetçiliğin kaleleri sayılan kentler, MHP’nin bu söylemlerine pek aldırmayarak değişikliğe çok yüksek oranda ‘evet’ oyu verdiler. 

Bahçeli’yle diyalog
Mustafa Akyol’un söyledikleri üzerinde düşünmeye değer olmakla birlikte tartışmaya açık noktalar içeriyor. Kemalist statükocularla birleşerek klasik milliyetçilikte ısrar eden milliyetçilerle diyaloğa girmek kolay değil.
Her şeye rağmen diyalog yolları her kesimle olduğu gibi milliyetçi kesimle de açık tutulmalı. ‘12 kötü adam’ diyen Bahçeli dahil milliyetçi kesimle yeni bir toplumsal uzlaşma amacıyla, (demokrasiyi temel alarak) diyalog kurmanın yolları aranmalı.