Sanırım bir film repliği idi.

Yahut onca yıldır yürüyüp dururken; zaman zaman, hele son zamanlarda, kimi yol ayrımında duvara yapıştırılmış gördüğüm, gördüğümü sandığım bir kağıttaki not:

Hayat…

Yapmak istediklerini yapamamak…

Ama yapmak istemediklerini yapmak mıdır?

 

***

 

İnsanın farkında olduğu veya asla üstüne düşünmediği bin tür cenderesinin bir özeti de bu olmalı.

Çeşit çeşit okuyabilirsin hayatı, ama bir tercüme de sanki böyle.

 

***

 

Hem neredeyse bütün ömrü boyunca bir tüpün içine sıkıştırıldığı için baskı altında…

Hem de, tüpten bir milim, bir yudum, bir gıdım çıkış anları dahi, tüpe baskı uygulanmasına bağlı bir var oluş biçimi.

Doğaya ve kendi doğasına baskı yaparak, baskıları kabullenerek, baskıyı normalleştirerek, özgürlüğü yamuk idrak edebilen fiili yok oluş biçimi.

 

***

 

Sanırım filmdeki o repliği görmeden, duymadan çok önce bir gün şunu da yazmıştım burada:

Bir dönem gelir…

Yapmak istediklerini yaparak mutlu olabilmenin hayali bile imkânsızlaştıkça…

Yapmak istemediklerini yapmayarak da teselli bulmaya çalışabilirsin!

Belki de bu, yolculuğun son etabına değil, tam tersine başlangıcına dair olmalıydı.

Yani, önce itirazı öğrenip özgürlüğün yoluna öyle koyulmak!

İtirazı öğrenemediğinde, özgürlüğün da sadece okuma yazmasını öğreniyorsun.

 

***

 

(Çok sevecen, eşitlikçi, dayanışmacı de olabilecek) Aile;

(Yepyeni ufuklar açabilecek, soruyu, sorgulamayı, düşünmeyi, muhakemeyi, eleştiriyi, özeleştiriyi, tartışmayı, dayanışmayı da gösterebilecek) Okul;

(Ortaklaşa üretim ve değer, doğa ve insanla uyum, paylaşma haline de getirebilecek) İş;

(Yüreğin özgürleşmesi, güçlenmesi, vicdan ve eyleme insani terbiye diye de anlaşılabilecek) İnançlar;

(Zihnin, aklın, vicdanın, bilginin, hayatı değiştirme, dönüştürme, daha insani kılma mücadelesi de olabilecek) Siyaset vs;

Tüm o parantez içindekileri ezip geçiyor…

İnsana daha en yaş halinden eğilmeyi ve ancak öylece ağaç olabilmeyi telkin ediyor…

İnançları temerküz edenler de dahil;

Ailede, okulda, iş yerinde, siyaset ve benzeri eylemlerde; kendini “Tanrı” yerine geçiriveren;

Kendilerinden, kanunlarından, hükümlerinden, törelerinden “dünyevi tanrılar” yaratan buyrukçular, otoriteler, otoriterler hep insanın “nasıl yaşayacağını, nasıl yaşamayacağını, neleri yapamayacağını” buyuruyor.

 

***

 

Bu, insanın baş aşağı durmasıdır.

Kendi doğasına ve onu var eden doğaya yabancılaşmasıdır.

İnsanın zincirleri budur.

İster farkında ol, ister olma.

İster şakırdamasına bayıl, ister ağırlığını ve ağrısını, acısını hisset.

Hem bireysel, hem toplumsal; özgürlük meselesinin özü budur.

Bu baş aşağı hale, bu yabancılaşmaya, bu yamultulmaya itirazı olmadan, hele hele bunu şiddetlendirerek, her itirazı susturmaya, bastırmaya aşırı hevesle demokrat memokrat da olunmaz.

Demokrasi ideali; itirazın asli olması, hukuk haline gelmesidir; bastırılması değil!

İnancın neyse…

Ne Allah insanı bu kadar aciz, mutsuz, huzursuz, mahkum tasarlayabilirdi…

Ne insan kendini bu kadar kuru, kavruk, yamuk, rehine ve esir hayal edebilir!

Bırak itirazı; tefekkürsüz tevekkül bile olmaz!

 

 

Terazi niyazi!

 

Cezaevindeki çocuklara tecavüz rezaleti patladığında…

Çocukları sürgüne yollamak dışında…

Bir sistemin refleksi…

Bu olayı ilk anlatan çocuğu tekrar içeri almak…

Bu olayı ilk duyuran gazeteciyi tutuklamak ise…

O teraziden adil bir adalet…

Teraziyi elinde tutan ablanın maçoluğundan bir zarafet filan çıkmaz!