Yasaklar ne içindir?

Sınırlar için.

Sınırlar ne içindir?

İnsanlar için. En azından RTÜK dendi mi bu tablo canlanıyor kafamda.

Şu herkesçe bilinen repliği de tekrarlayalım o halde: Benim özgürlüğümün başladığı yerde senin özgürlüğün biter. Bu ezberlediğimiz replikte sorun yok gibi. Özellikle ‘bu cümle aslında ne diyor?’ diye kendimize sormuyorsak. Bu bir tercih ve herkesin kendine kalmış.

Ancak bir başka tercih daha var. O da söz konusu cümleden şu soruya atlamak:

Ya ben özgür değilsem? O zaman yaşanmamış özgürlüğümün bittiği yerde, kısaca tutsaklığımın sınırında başlayan nedir? Cevap basit: Elbette ki senin tutsaklığın!

Soruları artıralım:

İki tutsaklıktan bir özgürlük çıkar mı? Çıkmaz.

O halde tutsaklığım tutsaklığına armağan olsun...

RTÜK ne zaman bir şeye engel getirse içimde uyanan duygu hep bu: Tutsaklığımız... Bir türlü özgürleşemiyor oluşumuz korkularımızdan. Elbette RTÜK’ü günah keçisi yaptığımın farkındayım burada. Nihayetinde o bir kurum. Ya zihnimizdeki sansür mekanizmasına ne demeli? Öyle bir sansür mekanizması ki tutsaklığın kendini, yasakların bendini tartışmaktan insanın, sanatın ya da yaşamın ne olduğunu tartışmaya ne zaman kalıyor ne de mekan! Sınır sınır üstüne, engel engel üstüne...

En son Muhteşem Yüzyıl’a gitirilen sınırlara bakalım. Akıl sır erecek gibi değil. Bir tür akıl tutulması bu yaşadıklarımız.

Diziyi izledim. Senarist Meral Oğuz her zamanki gibi döktürmüş. Dizideki oyuncular harika, rollerine oturmuşlar. Buna rağmen dizinin içeriğiyle ilgili eleştirilerim var ama bu eleştirileri dile getirebilmem için dizinin ilk etapta özgür bırakılmasını temin etmemiz gerekiyor! Ama önce mehter takımı protestosu, ardından ‘milli değerlerimiz ayaklarımız altına alınıyor’ tarzında oluşturulmuş elektronik posta bombardımanı, derken RTÜK’ün ‘gelirim oraya ha’ mesajları... Yine daraldık. Dedim ya bir akıl tutulması bu.

Akıl tutulması deyince elbette aklıma Max Horkheimer geliyor. ‘Akıl Tutulması’ adlı kitap yıllar önce Metis’ten çıktı. Baskısı varsa alın okuyun derim. Orhan Koçak’ın önsözüyle birlikte ayrı bir değeri vardır kitabın. Bu kitapta akıl kavramının izlediği yol ve tarihi anlatılır. Önce batıl inançlara, rivayetlere, mitoslara karşı mücadele ederken aynı aklın nasıl bunlara dönüştüğünü tartışır kitap. Sistemi eleştirirken aynı sistemin bir parçası haline gelirsiniz ya, o hesap. Özgürlük istiyorum derken bir de bakmışsınızdır ki yasakları istiyorsunuz aslında; barış istiyorum derken bir de bakmışsınız ki konuştuğunuz dil olmuş size savaş dili! O da ne: Değerleri koruyacağım derken insanın en önemli değerlerinden birinin akıl sağlığı olduğunu unutmaya başlamışsınız...

Doğrusu değerlerimiz korunsun diye bir diziye yasak getirmek Türkiye’nin şimdiki zamanına yasak getirmek demektir. Ve bu ‘şimdiki zaman’ için çok bedel ödenmiştir, ödenmektedir. Aslında toplumsal belleklerimize kazılı olan deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz ki yasaklarla ne değer korunur ne geçmiş ne de akıl sağlığı. Kaldı ki Türkiye yasaklardan yorulmuştur, sınırlardan yorulmuştur, sansürden yorulmuştur.