Bu hafta Şili diktatörü Augusto Pinochet’den kurtulmanın yolunu reklam faaliyetleriyle arayan bir grup insanı anlatan ‘No’, Almanya’da bir mülteci ve bir yerli arasında geçen aşkı anlatan ‘Mutluluk’ ve bir suç hikâyesi olan ‘Parker’ öne çıkıyor.

‘NO’

Şili diktatörü Pinochet’den kurtulmak için gerçekleştirilen reklam mücadelesini anlatan Oscar adayı bu film Pablo Larrain tarafından yönetildi.

En iyi yabancı film Oskar’ına aday gösterilen yapım, Antonio Skármeta tarafından yazılan El Plebiscito adlı oyundan esinlenildi.

Eleştirmenlerden hayli yüksek puanlar alan film gösterildiği Cannes Festivali’nden de ödülle döndü.

Filmin İspanya kökenli olmayan sıradan Latin Amerika sinemasından dışarı çıkışı ifade ettiğini belirten bazı otoriteler ABD’de 1950’lerin reklamcılarını anlatan Mad Men adlı televizyon dizisinin uluslararası başarısını hatırlatarak ‘No’nun bu filmin başarısına alternatif olabileceğini söylüyor.

 Gael García Bernal, Alfredo Castro, Antonia Zegers’dan oluşan başrollerden Bernal, geçtiğimiz yıl Abu Dabi Festivali’nde filmdeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı.

Telluride Festivali’nde ise açık havada gösterilen filmin yağmur altında da ilgiyle izlendiğini ekleyelim. Sundance dahil birçok festivalin gösterim programında yer alan film için özellikle Şilili bazı otoriteler politik bir konunun reklam konusu yapılması-yapılmaması üzerine tartışmaları yapıyormuş.

1973-1990 yılları arasında Şili’de her alanda devlet terörü estiren Augusto Pinochet dönemi sadece ‘NO’ filmin yönetmen-senaristi Pablo Larrain gibi genç yönetmenleri değil, genç yazar, şair, ressam ve müzisyen birçok sanatçıyı etkiledi.

NYTimes’ın ‘artsbeat’ adlı blogunda ‘No’ filminin Cannes gösterimi dolayısıyla yayınlanan bir yazıda diktatörlüğün tesis edildiği yıllarda (1975) Şili’de dünyaya gelen genç yazar Alejandro Zambra’ya şu soru yönetiliyor: “Şili’de Pinochet’in diktatörlüğünün en zor dönemlerinin yaşandığı, binlerce insanın idam edildiği ve bir o kadarının da kaybedildiği gelecekten umutsuz halkın bir üyesi olarak yazmaya başlasaydın senin için durum değişir miydi?”

Zambra ise şu cevabı veriyor: “Ben bir diktatörlükte doğdum ve büyüdüm. İlk kelimelerimi bir diktatörlükte söyledim. İlk kitaplarımı bir diktatörlükte okudum.”

Zambra ile aynı dönemde aynı ülkede yetişen ‘No’ filminin yönetmeni Larrain ise aynı soruya cevap verirken Zambra ile aynı görüşleri paylaştığını vurgulamış.

O dönemde sağcı politikacı bir babanın oğlu olan Yönetmen Larrain, “Kabul ediyorum bazı şeyler bizim dönemimizde farklıydı. O dönemlerde yaşanan çoğu acıyı biz yaşamadık. Görece rahat bir hayatımız vardı ve birçok tehlikeyle yüzleşmedik” demiş.

Yazıda Larrain’in neden kendi dönemini anlattığına bu şekilde açıklık getirilirken yönetmen, “Biz bazı şeylerin farkına vardığımızda 15-16 yaşlarındaydık. Birçok insanın yaşadığı acı ve korku denen duyguları ıskalamıştık. Ben o dönemde yaşamayı ıskaladığımız acıları anlatmak değil, anlamak ve o olaylara o acılara maruz kalmak istiyorum” demiş.

Yılın belki de en iddialı ilk gösterimi olan ‘No’ Güney ve Orta Amerika sinemasına ilgi duyanlar ve Gael García Bernal’ın performansını merak edenlerin yanı sıra Oskar adayı bir filmi görmek isteyenlerin beğenisi hak edecek gibi görünüyor.

‘PARKER’

Taylor Hackford tarafından yönetilen Jason Statham ve Jenifer Lopez’in başrollerini paylaştığı bu suç filmi müteveffa Donald Westlake’in yazdığı Flashfire adlı romandan uyarlandı.

Uyarlama kitap 1964’ten beri Westlake tarafından yazılan 20’nin üzerinde Parker hikâyesini içeren bir seri. İlkinin adı The Hunter olan seriden 1967’de ‘Point Blank’ 1999’da ise ‘Payback’ adlı filmler uyarlandı. Yazar Donald Westlake iki film için kitaplarının hakkını yapımcılarla paylaşmış olsa da bu pek kolay olmamış. Westlake tüm seriyi çekecek bir yapımcı beklerken parça parça gelen yapımlar yazarı biraz rahatsız etmiş.

Yazarın 2008’de ölümünün ardından eşinin girişimleriyle serinin Flashfire adlı hikayesinin senaryolaştırılması gündeme gelmiş ve John Mclaughlin bu hikayeyi senaryolaştırarak ‘Parker’ı ortaya çıkarmış.

Yönetmen olarak projeye katılan Taylor Hackford kendi ilk film noirini çekecek olmasından dolayı çok heyecanlanırken, “Bir türün içinde takılıp kalmak istemiyordum. Benim bu filmin hikayesinde en çok hoşuma giden noir malzemesini muhteşem bir filme dönüştürebilme olanağaydı. Bir Donald Westlake fanı olarak onun Parker serisi ile harika bir suç yazarı olmayı başardığını düşünüyorum” diyor. Ünlü yönetmen, Parker (Statham) karakterinin ise tuhaf ve sosyopat olarak görünürken kendisinin sadece çok zorlu bir insan olarak tanımladığını ve bu yüzden çok ilginç bulduğunu da ekliyor.

Aktör Statham ise Parker karakterini ise şu sözlerle özetlemiş: “Bir suç karakteri olarak öne çıkıyor ama hiç kimseden bir şey çalmıyor, kimse ona zarar vermediği sürece o da kimsenin canını yakmıyor.”

Jenifer Lopez’in canlandırdığı Leslie, Parker ile ilişkisinin en güçlü noktaya geldiği anda Parker için düşmeyi göze alırken otoriteler bunun gerçek bir Jenifer Lopez’den çok farklı bir karakter olduğuna değiniyor.

Box Office ABD’de de 25 Ocak’ta gösterime girecek filmin ilk haftasında 9 milyon dolar hasılat elde edeceğini ve bunun artarak 25 milyon dolara ulaşacağını tahmin etmiş.

‘MUTLULUK (BLİSS)’

Doris Dörrie tarafından yönetilen bu Alman gençlik filmi Ferdinand von Schirach’ın kısa hikayesinden sinemaya uyarlandı.

Savaş mağlubu ülkesini (Makedonya) terk ederek mülteci sıfatıyla Almanya’ya yerleşen Irina ile başkent Berlin sokaklarında yaşayan Kalle arasındaki ilişkiyi anlatan film şimdilik sadece iddialı olsa da anlattığı aşk hikayesini anlatan bitiremiyor.

Slash komedi türüne de hafifçe dokunan film Berlin Festivali’nde prömiyeri yapıldıktan sonra dünya sinemalarına geliyor.

Haftanın son yabancı filmi ise animasyon yapımı Zarafa. Sömestr tatilinin başladığı günden itibaren çoluk çocuk sinemaya gitmek isteyecek herkesin beğeneceğini umuyoruz.

Herkese iyi seyirler.