Türkiye’de muhalefet partilerinin iktidara talip olmamalarının ve ısrarla erken seçim talebinde bulunmamalarının tek bir nedeni var. O da bu yükün altına girmek istememeleri. Nitekim CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu, “henüz kadrolarının iktidar olmak üzere yeterli olmadığı” gerçeğini bir parti toplantısında açıklıkla dile getirmişti. Düşünün ki pandemi döneminin etkisi ve ekonominin hızla kötüleşmesi sebebiyle, bir sene öncesine kadar en yüksek farkla yeniden başkan seçileceğine garanti gözüyle bakılan Donald Trump, şu an yaşlı Biden’ın %10-15 gerisine düşmüş durumda. Bizde ise iktidara yönelik böylesi bir etki kesinlikle görülmüyor. Aksine iktidar manipüle edilen ekonomi verileri ile halkını gerçeklikten uzaklaştırıyor ve satın alma gücü her sene giderek düşen vatandaş, Türk ekonomisinin zirvelere koştuğu tezine inanma yolunu seçiyor. Tayyip Erdoğan’ın şahsi %30 kemik oyu sarsılmazken, muhalefet partisinin oyu da artmıyor. CHP’de arada bir Özgür Özel, Faik Öztırak, Abdullatif Şener, Selin Sayek Böke gibi isimlerin cılız çıkış ve düşünce beyanları dışında, ana muhalefet bir türlü muhalefet görevini yapamıyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı veya bir geçiş dönemi Cumhurbaşkanı olma gibi bir hedefi olmadığı belli. Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklayacağı ismi de bir sır gibi saklamaya devam ediyor. Gelecek olan ilk seçimlerde yeniden bir Abdullah Gül ısrarının söz konusu olması halinde, CHP’nin ulusalcı kesim oylarının en azından bir kısmının CHP’nin bir önceki Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce’nin başlattığı harekete kayma rizikosu da konuşuluyor. MHP'den ihraç edildikten sonra bağımsız olan Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un ifadesine göre kendisine bile CHP’den teklif gittiyse, burada ciddi bir acziyetten konuşulmalıdır. Buna bir de son senelerin yükselen yıldızı gözüyle bakılan İyi Partideki iç çatışmalar, parçalanma olasılığı ve MHP’ye göz kırpan grubun tasfiye edilme teşebbüslerinin yol açtığı çatırdama, ihtiras ve tereddütler eklendi. Babacan ve Davutoğlu’nun haftada bir iki defa duymaya alıştığımız cılız eleştirileri ise gazete manşetlerde külliyeye yönelen “sert sözler” olarak yer almakta.

Yerli ve milli büyüklerimiz 2021 bütçesinden 127 devlet üniversitesi için toplam 45 milyar lira ayırmış. Mesela bunlar arasından en çok ödeneği Ankara Üniversitesi almış, 1,5 milyar liraya yakın bir meblağ. İstanbul ve Hacettepe de bu meblağa yakın destek almışlar. Fakat Oxford Üniversitesi tek başına devletten 62 milyar lira alırken, Yale 29 milyar lira, Harvard ise 35 milyar, Stanford 53 milyar lira ödenek alıyor. Bu da demek oluyor ki, devlete mümkün olduğunca niteliksiz ve eğitimsiz bir seçmen kitlesi lazım, düzenek ona göre kurgulanmış... Bu arada, Diyanet kurumumuzun bütçesi 12,9 milyar lira. İçişleri Bakanlığı dâhil, 7 bakanlığın bütçesinden daha fazla. Damat Bakan Sayın Albayrak, “Kur benim için hiç önemli değil. Ben hiç işin o tarafına bakmıyorum. Sanayi sağlam, üretim tarafı sağlam. Kur meselesinden göreceksiniz, en kârlı çıkan biz olacağız. Çünkü artık kurun kontrolü bizim elimizde” demişti. Hâlbuki Türkiye’de özel sektörün net döviz borcu 163 milyar dolar. Kurdaki artış nedeniyle, kur farkından doğan zarar şirketlere, şimdilik, 280 milyar liraya mal oluyor. Özel sektörün borcu dışında, devletin 169,2 milyar dolar borcu var. Köprüler, oto yollar ve şehir hastaneleri için müteahhitlere verilen garantilerin toplamı 150 milyar dolar. Ve dolardaki artış 150 milyar dolarlık garantiye 256 milyar liralık ek yük getiriyor. Bakanın önemsemediği tablo bu!.

ABD’de ise seçimler yaklaşırken, adeta “sular durulmuyor”. İşsizlik artıyor, ırkçılık hız kesmiyor, deyim yerindeyse, “bıçak kemiğe dayandı”. Kulislerde şöyle bir komplo teorisi / felaket senaryosu dolaşıyor: Malum Sayın Donald Trump posta ile kullanılan oylardan pek hoşlanmıyor, daha önce posta ile kullanılan oylarla seçildiği halde. Gerçekten de daha çok Biden seçmenlerinin posta ile oy kullanacağı düşünülüyor ve anketlerde bu sonuç doğrulanıyor. Trump seçmenleri ise gidip fiilen ve bizzat oy kullanma eğilimi gösteriyorlar. Seçimin yapıldığı gün eyaletler kırmızıya bürünecek ve Trump zaferini ilan edecek. Fakat posta ile kullanılan oylar gelmeye devam edecek. Posta ile kullanılan oylar, toplam kullanılan oyların dörtte biri kadar ve kesinleşmesi 2 haftayı alabiliyor. Yavaş yavaş durum netleşip de eyaletler mavileşerek seçimi aslında Biden'ın kazandığı ortaya çıkınca ise, Trump bu nihai neticeyi tanımayacak ve yeni bir kargaşa ortamı doğacak... Yapılan araştırmalara ve kamuoyu yoklamalarına bakacak olursak, Amerikalıların %62'si seçimin kaosa yol açacağına inanıyor. Trump'ın, “atı alan Üsküdar'ı geçti” diyerek 3 Kasım akşamı zaferini ilan etmesi hiç kimseyi şaşırtmayacak. Üstelik iş, yüksek yargıya giderse, orada da cumhuriyetçi yargıçların sayısal üstünlüğü var.

Gerçekten de bizim bir zamanlar amacımız ve mottomuz “Küçük Amerika” olmakken, şimdi fiiliyatta Amerika bir “Büyük Türkiye” olmuş durumda. Hatta Trump’ın covid-19’a meydan okuduğunu, karantinayı kendi iradesiyle terk ederek seçim çalışmalarına kaldığı yerden devam ettiğini, tüm dünyayı sarsan bu virüsü küçümsediğini ve “kendimi çok iyi hissediyorum, 200 bin Amerikalı ölmüş olabilir ama ben farklıyım” gibisinden demeçler vermekten sakınmadığını düşünecek olursak, bazı bakımlardan ABD’nin durumu bizden bile daha fena. Ne diyelim, Allah gariban Amerikan seçmeninin yâr ve yardımcısı olsun...