Dükkânımızın üst katındaki pencere yanındaki masalarda oturunca her saniye gelip geçen hayli ilginç tipleri görmek mümkündü. Gündüz müdavimlerimiz de olurdu. Adanalı kabzımal Hayri ağabey mesela. Gazeteci dostum Mustafa Sağlamer’in babası. Eminönü’ndeki halde işleri doğal olarak erkenden biter ve bize gelir; üst kattaki pencere önündeki masasına kurulur ve tanıdıklarına leblebi atardı. Bir terzi Ali Bey vardı. Ermeni bir abimizdi… Saat tam 16’da gelir, tek başına oturur ve yarım saat sonra giderdi. Yazlık ve kışlık mönüsü hep aynıydı. Karnabahar salata, beyaz peynir ve kavun ya da mevsimine göre değişen üç porsiyon başka meze daha. Bir kaptan abimiz vardı 4 ayda bir falan gelir. Akşamın bir vakti bardaki uç tabureye oturur. Rakısını içer ve kadehini yerdi. Herkes bu gösteriyi bildiği için iki hafta falan alt kat müşteri kaynardı. Gündüz birahaneydik ama öğlen servisinde içki vermezdik. Kafeterya gibi çalışırdık. Bir gece Çiçek Pasajı’nda iyice yükünü almış bir grup geldi. İçlerinden biri iddiaya girmiş. Aşuremiz pek meşhurdu, 22 kâse birden yedi ama 3 eksik kaldı diye, iddiayı kaybetti. Olan Emek Sinemasının karanlık sokağına oldu…

Bazı geceler Sülün Osman gelirdi; gelmediği günlerin hikâyesini anlatmak için. Sadece köprü ve kule satmazdı; nice kocaman yapıyı, üst geçidi, otoparkı, Taksim Meydanı’ndaki saati (kim ne yapacaksa) nasıl okuttuğunu anlatır ve herkes ‘Haa inandık inandık’ deyip gülerdi. Sonradan inanmaya başladılar. Bir de Raki vardı fötr şapkasıyla; sonra Cihangir’de Akyol’un dibinde bir balık lokantası açmıştı. O da dolandırıcıydı… Nadiren o da uğrardı. Döviz kaçakçılığı yapanlara piyasanın altında para satacağını söyleyerek kandırır ve bavulla dövizle ortadan kaybolurdu. En önemli numarası buydu ve benzerlerini olanlar; yani dolandırıcıları dolandırırdı. Robin Hood karakterli adamlar olarak bilinirlerdi ve birer halk kahramanı gibi ilgi görürlerdi. Dedesi paşa, babası Moskova Elçisi olan ilginç biriydi Ahmet Zobu (Raki)…

Müzisyen abilerimiz gelirdi. Operadan bir abimiz vardı: ‘HeeeheheyyyPepsi’ diye bir reklâm müziği vardı, onu seslendirmişti, ama geldiğinde bizim meyhanede de seslendirirdi. Radyo sanatçısı, halk müziği sanatçılarımız gelir ve türkü söylerlerdi. Mesela; Turan Engin… Gene Erköse kardeşler ya program aralarında ya da bittiğinde geceleri bize uğrar ve örneğin Barbaros Erköse, klarinetini üflerdi. Caz sanatçılarının, programları sonrasında bir yerlerde oturup ‘jamsession’ (doğaçlama caz) yapmaları gibi bir şeydi sanırım. Anmadan olmaz. Akordeonuyla bilinen Anahid Hanım’ı, Çiçek Pasajı’nın bir tanesiydi ve yakın çevre meyhanelerin de. Bize kadar hiç gelmemişti. Caddede araç trafiği henüz işliyor olduğu günlerde; yabancı sanatçıların da geldiği ve sanatlarını kısmen icra ettiği şahane gecelerdi.

Salâh Birsel’den el alarak ‘Beyoğlu Şıngır Mıngır’…