Kürt Sorunu’nun çözümü konusunda az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, yine aynı yere geldik…

 

Demokratik Açılım, Oslo ve İmralı müzakereleri ile yürütülen süreç kesintiye uğrayıp çatışmalar yine onlarca insanımızın ölümüne neden olduktan sonra, yine çatışmayla bu işin çözülemeyeceği noktasına gelindi ve -mübarek olsun- yeniden ‘çözüm’ yönünde ifadeler kullanılmaya başlandı.

 

Bir süredir Avni Özgürel, Mehmet Ali Birand gibi yazarlar hükümetin yeniden müzakere sürecine gireceğini yazıyordu.

 

En son Başbakan şunları söyledi:

“Meselenin çözülmemesi için, 'Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin başarısız olması için üç koldan AK Parti'ye saldırıya geçtiler. Ama bunların hiçbiri bizim için bahane değil. Biz CHP, MHP ve BDP'yle değil, milletimizle yürüyoruz. Biz milletimizin desteği ve hayır duasıyla bu meseleyi çözeceğiz, son nefesimize kadar bunun mücadelesini vereceğiz.”

 

Uzun bir aradan sonra İmralı’dan faksla gelen mesajdaki şu ifadeler dikkat çekti:

“Önemli olan bizim dışımızda kimi nedenlerden dolayı tıkanan bu sürecin devamını sağlamak ve toplumsal anlamda çaresini yaratmaktır. Konjonktürel durum pek ümit vermiyor. Bunu da zaman gösterecektir. Koşullar itibarıyla durumumuzu tahmin ettiğiniz için ayrıntılandıramıyorum. Her şeye rağmen iyi olacak.”

 

Kemal Kılıçdaroğlu da Kürt Sorunu konusunda gelen bir soruya şöyle cevap verdi:

“Bu ülkenin çıkarları eğer siyasi hayatımın sonlandırılmasını uygun görürse ben siyasi hayatımı bu ülke için feda etmeye hazırım. Her türlü riski alırım. Barışı bu coğrafyada egemen kılmak zorundayız. Bu coğrafyada çatışma, 21. yüzyılın Türkiye'sine yakışmıyor. 21. yüzyılın Türkiye'sinin siyaset kurumu bu sorunu çözmeye hazır olmalıdır. Eğer hazır değilse iktidarda da olmamalıdır. Ölen bizim insanımız. Kan kaybeden bizim insanımız.''

 

Bunlara ve daha pek çok işarete, ifadeye, ipucuna bakacak olursak şöyle iyimser bir sonuca varabiliriz: Önümüzdeki dönemde AK Parti hükümeti yeniden Kürt Sorunu’nda çözüm girişimlerine başlayacak, kesintiye uğrayan İmralı-Oslo vb müzakerelerin önünü açacak. Daha önce bu konuda muhalefet eden CHP de pozitif bir pozisyon alacak.

 

FARKLI SONUÇLAR BEKLEMEYİN

Albert Einstein çok bilinen bir sözünde, aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemeyi delilik olarak tanımlıyor. Kürt Sorununda da yıllardır yapageldiğimiz şeyleri bundan daha iyi anlatan bir söz yok belki de.

 

Görünen o ki, önümüzdeki dönem de Einstein’ın sözüne geleceğiz.

 

Tekrar müzakere ve çözüm sözlerinin edildiği bir noktaya gelinmesi elbette önemli. Ancak, daha da önemli olan bu sürecin nasıl yürütüleceği.

 

Çözümün muhatabı, tarafı olan kesimlerin açıklamalarına bakınca aşırı keskin söylemlerin devam ettiği açıkça görülüyor. Yeni Anayasa ihalesi üzerine kalan Cemil Çiçek şu ara mecburen her yerde “siyasette yumruk değil el sıkmak gerekir” diyor, ama herhalde bu sözün önemini önce genel başkanına anlatması gerekecek. Her ne kadar muhalefetin dilinde de aşırı bir keskinlik ve uzlaşmaya kapı açmayan bir yan olsa da, burada belirleyici olan iktidarın tavrı. Başbakan’ın her konuşmasında bombardımana tabi tuttuğu, çok ağır ifadelerle hücum ettiği muhalefetten daha yumuşak bir üslup beklemek hayalcilik olur. Başbakan saldırgan, ben merkezci, eleştiriye tahammül edemeyen bu üslubuyla uzun süredir kendine destek veren yazarlarla bile boğaz boğaza kapışır hale geldi. Basınıyla, aydınıyla, muhalefetiyle bu kadar sert bir kapışma ortamı yaratan iktidar Kürt Sorunu ve Yeni Anayasa gibi geniş bir mutabakat iklimi gerektiren konularda nasıl yol alır, nasıl başarılı olur bilemiyorum.

 

Başbakan Kürt Sorunu'nda çözüm aradığını söylediği konuşmasında bile “Biz CHP, MHP ve BDP'yle değil, milletimizle yürüyoruz. Biz milletimizin desteği ve hayır duasıyla bu meseleyi çözeceğiz” diyerek, muhalefete yüklendi. Sorunu bu partilerin dışında halkla çözeceğini söyledi.

 

Oysa Başbakan’ın bu üslubuyla ne Kürt Sorunu çözülebilir, ne de yeni anayasa istenildiği gibi yapılabilir. Çünkü, Cemil Çiçek’in dediği gibi “siyasette yumruk değil el sıkmak gerekir”. Ama bir taraf sürekli yumrukları sıkılı dolaşıyorsa yumruk yemeyi de hesap etmesi gerekir…

BAŞBAKAN YANLIŞ YOLDA

Başbakan Mardin Artuklu Üniversitesi'nde de 8 Mart nedeniyle kadınlara seslendi. Annelerin bu meselelere el koymak, "terör"ün kıskacından gençleri alıp götürmek zorunda olduklarını söyledi.

 

Binlerce annenin evlatsız kalmasından sorumlu olan bir Başbakan, sorunu çözecek yetki kendisinde olmasına rağmen, yıllardır evlatlarından haber alamayan annelerden böyle bir istekte bulunmaktan utanmadı. Hala meseleyi "terör" meselesi olarak tanımlamaktan çekinmedi.

 

Ey Başbakan... Unutma ki sen hapishaneleri çocuk tutuklularla dolu bir devletin Başbakanısın. Sen küçük yaşta tutukladığı çocuklara hapishanelerde tecavüz edilen bir devletin Başbakanısın. Uludere’de çoğu çocuk yaşta 34 kişiyi bombalarla parçalayıp 70 gündür sorumlularını ortaya çıkarmayan bir devletin Başbakanısın sen.

 

Sen ne hakla bir de o çocukların annelerine böyle sesleniyorsun. O anaların imkanı olsa ilk önce senin yakana yapışırlar. Senin inkarcı, asimilasyoncu, kibirli politikalarını yerle bir ederler. Bu ülkede hala insanlar ölüyorsa senin ve devletinin eşitlik karşıtı politikaları yüzünden ölüyor. Ölen her insanın sorumlusu ve katili sensin. Boş yere başka sorumlu arama istersen. Bu meselelere böyle bakmaya devam edersen dolap beygiri gibi aynı noktada dönmeye devam etmekten kurtulamazsın. Haberin olsun...