Sivil alanın güçlenmesine ve silahın etkisini yitirmesine paralel olarak çoğulculuk gelişecektir.

Kürt hareketinin çoğulculaşması”, son günlerin öne çıkan “siyasi kavram”larının başında geliyor. Peki Kürtlerin içinden “farklı sesler”in çıkması, Kürt siyasetçilerinin daha cesur, daha bireysel bir şekilde kendilerini ifade edebilmeleri yönündeki söylemlerin gerçeklik zemini nedir?

PKK elbette “Kürt siyasi hareketi”ni başlatmadı ama şu anki anlamıyla “Kürt siyasi hareketi” PKK ile, PKK omurgası etrafında genişledi ve kalıcılaştı.
PKK kuruluşundan itibaren otoriter bir örgüt. “Silahlı eylem”in bu örgütün gelişip, büyümesinin asıl nedeni olduğu açık. PKK başından beri, “farklı sesler” duymaktan çok hoşlanmayan, onları çoğu durumda bastıran bir yapı oldu.

15 Ağustos 1984’te Eruh karakolu baskınıyla “silahlı eylem dönemi” başladı. O dönemde etkin Kürt politikacılarının bir kısmı cezaevindeydi, bir kısmı yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı, diğerleri de CHP, MSP gibi “düzen içi” partilerde siyaset yapıyorlardı.

Yasal alanda ilk Kürt kopuşu SHP-CHP içinden başladı. Bir grup siyasetçi Kürt kimliğini öne çıkaran yeni bir yasal örgütlenme dönemine girdi. O zaman bu akımlar PKK’dan bağımsızdı. Kapatıldılar, yöneticileri öldürüldü. Her kapanışın ardından ortaya çıkan yeni yasal parti ile birlikte PKK’nın konumu merkezileşti ve egemenleşti. PKK’nın şu anki hegemonyasına böyle gelindi.

Bu 15 yıllık süreçte “yasal alan” baskıların birçoğunu aşarak kendisine geniş bir meşruiyet alanı yarattı. Ergenekon davası, militarizmin yeni bir çerçeve içine çekilmesi ve AK Parti’nin AB yönelimi, bu meşruiyet alanının genişlemesini hızlandırdı. 

Meşruiyet alanının genişlemesi
Yasal alanın büyümesi, yasal alanla dağ arasındaki bağı ortadan kaldırmadı ama bazı “farklılaşma” belirtileri de oluşmaya başladı. Geçmişte de, PKK, “yasal alan”ı denetleyebilmek için gayret gösterirdi. Ancak bir noktadan sonra yasal alanın çapı (100’den fazla belediye başkanlığı, Meclis’te grup vb.) gerçekten genişledi. Bu aşamada PKK şehre inmeyi hızlandırdı. Birçok dağ kadrosu şehirli oldu. Bu kadrolar yasal alanla dağ arasındaki irtibatı üstlendi. Bu da bazı çelişmeler doğurdu. Örneğin şehirdeki eski dağ kadrosu da, yeni koşulların etkisi altına giriyor ve “meşruiyet alanı”nın bir parçası oluyordu. 

Demokrasi ve çoğulculuk…
Bu noktada (özellikle de AK Parti’nin rolü bağlamında) gelecekte çok analiz edilecek olan ve doğru yönetilmediğini düşündüğüm bir sürece girildi: KCK davası kapsamında, şehre gelen ve şehirleşen dağ kadrolarıyla, bunlarla bağı olduğu iddia edilen BDP’li siyasetçiler ve belediye başkanları tutuklandı. Sonrasında dağ yeniden hareketlendi. Yeni kadrolarla şehirler takviye edildi.

Kürt siyasi hareketi etki alanını yaydıkça, kendi dışındaki siyasi kadrolarla da yeni ilişkiler kurdu. Geçmişte çok ağır şekilde suçladığı siyasi grupların temsilcilerini milletvekili listelerine koydu, onlara yerel yönetimlerde yer verdi.

KCK davası, Kürt siyasetçilere yönelik açılan davalar ve “tutuklama furyası”, Kürtlerin iç tartışma alanını daraltmaya devam ediyor. Düşüncelerinden ötürü hapiste olan Hatip Dicle örneği karşımızda...

Ne olursa olsun, şu anki Meclis grubu birçok yeniliği ifade ediyor ve bir kimlikler yelpazesini içeriyor. Hareketin farklı geleneklerinden siyasetçiler yasal alanda ilk kez bu boyutta bir “kolektif etkinlik zemini” elde etmiş durumdalar. “Kürtlerin farklı sesleri”nin daha fazla duyulmasını kolaylaştırma noktasında, Meclis’te gösterilecek demokratik duyarlılık, önem taşımayı sürdürüyor.

Kürt hareketinin çoğulculuk kavramından anladığıyla bizim anladığımızın aynı olması da şart değil. Çoğulculuğun farklı türleri var. Belki Kürtler de kendi çoğulculuk modellerini geliştirmeye ihtiyaç duyuyorlar.

Kürt hareketinin çoğulculaşması; sivil alanın güçlenmesine ve silahın etkisini yitirmesine paralel olarak gelişecektir, gelişiyor.