Ankara’daki patlama, resmi açıklamaya göre (bu yazıyı yazdığım sırada) bir ‘terör saldırısı’ olarak tanımlanıyordu. Bu bilginin doğru olduğunu varsayarsak, ‘Kürt sorununun şiddet boyutu’nun şehirlere doğru uzandığı çıkarımını da yapabiliriz. PKK, uzun bir süre boyunca, şehirleri pek de hedef almıyordu. Ancak son dönemde, şehirlerde sert eylemler yapabileceğine ilişkin mesajlar vermekten geri durmuyordu. Ankara’daki saldırı, bu bağlamda bir dönüm noktası oluşturabilir. 

Öcalan tecridi
Öcalan ile avukatları ve ailesi tam 56 gündür yani iki aya yakın bir süredir görüşemiyor. Birkaç aydır PKK, çok sayıda saldırı ve bombalama eylemi gerçekleştirdi. Son dönemde eylemlerini sistemli bir şekilde yaygınlaştıran PKK’nın birtakım somut amaçlara yönelik hareket ettiği belli.
Öcalan’ın tecridi de bu şiddet ortamını kışkırtıcı bir etki yapıyor. Saldırılar sürdükçe, hükümetin Öcalan üzerinde uyguladığı tecridin süreceğini öngörebiliriz. Peki bütün bunlar nereye kadar gidecek? Bir tahminde bulunmak çok zor.
Diyarbakır’dan gelen haberler de iç açıcı değil. KCK tutuklamalarının ve Öcalan tecridinin de etkisiyle son birkaç ay içinde gençler arasında dağa çıkış sayısının büyük bir artış gösterdiği söyleniyor. Aileler, çocuklarının dağa çıkmasına engel olmakta güçlük çektiklerini ifade ediyorlar. Kısacası, Kürt gençliğinin bir kesimi içinde, barıştan çok savaş seçeneğine yönelim artıyor. 

Müzakere yolunu kapalı tutmak
Bölgenin nabzını tutanların endişesi doğal olarak yükseliyor. Gelişmelerin bu şekilde sürmeye devam etmesi halinde, kontrolün sivil güçlerin elinden iyice çıkacağı ve PKK içindeki sertlik yanlısı kesimin inisiyatifinin daha da güçleneceği değerlendirmesi dikkat çekiyor.
Öcalan’ın tecrit edilmesi, pratikte müzakere yolunu kapatan bir tercih olarak değerlendirilebilir. Öcalan’ın denklemin dışında kalacağı bir ‘demokratik çözüm’ formülünün kitlesel bir zemin bulmasını beklemek gerçekçi görünmüyor.
Sürekli saldırı yapan bir PKK karşısında devletin hareket kabiliyetinin ve alternatif çözüm üretme olanaklarının daralması da kaçınılmaz.
Tırmanış karşılıklı olarak bir süre daha sürdürülürse geriye dönüp çözüm aramak iyice zorlaşabilir. Kürt gençleri arasındaki ‘dağa çıkma psikolojisi’nin iyi analiz edilmesi şart. Eğer bu psikolojide iddia edildiği oranda bir artış varsa, bu gerçekten olumsuz bir sinyaldir. Tehlikelidir. Benzer bir durumu 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında da yaşamıştık.
MİT-PKK görüşmesinin tutanaklarının yayımlanmasına gösterilen tepki, toplumun/kamuoyunun eskiye oranla daha geniş bir kesitinin müzakereleri tolere edebilecek bir olgunlukta olduğunu gösteriyor. 

Cesur adımlar için zemin var
Daha cesur ve iddialı adımların atılabileceği bir toplumsal zemindeyiz.
Dışarıdan çözüm aramaktan çok, toplumdaki somut gerçekliğin algılanması bizi çözüme yaklaştırabilir.
İç kamuoyunun psikolojisinin her şeye rağmen ‘gelişime açık’ bir çizgide olduğu bugünlerin iyi değerlendirilmesinde yarar var. Yarın bütün bunlar değişebilir, karşımıza daha zorlu denklemler çıkabilir. Psikolojik kopuşun hızlandığı bir ortamda zaman kaybetme lüksünüz yoktur.
Çözüm istemeyenlerin, toplumsal psikolojiyi olumsuz yönde etkileyen eylemlerden ve yaklaşımlardan vazgeçmeyecekleri açık.
Sorun değil çözüm üretmekten yana olanların ise ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.