İskoç duşu denen bir işkence yöntemi vardır.

Tazyikli kaynar suyla, buz gibi soğuk suyu aynı anda püskürtürler kurbanın üstüne.

Bazen hepimizin İskoç duşunun altına sokulduğumuzu düşünüyorum.

Yazıya oturduğumda Pozantı’daki korkunç olayları, başına gelen felaketleri ağlayarak anlatan küçük çocuğu yazmayı düşünüyordum.

Çocuğun anlattıkları öylesine yaralamıştı ki içimi, duyduğum hiddet neredeyse aklın barikatlarını delip, hepimizin içinde var olduğu söylenen o ilkel şiddeti ayaklandırmıştı.

Bunları yapanların herkese örnek olacak ve bir daha asla unutulmayacak biçimde cezalandırılması gerektiğine bütün yüreğimle inanıyorum.

Pozantı Cezaevi Müdürü’nün, “taş atan” çocuklara söylediği sözü hiç unutmayacağım.

“Sizi Özgür’ün yanına vereceğim.”

Özgür denen yaratık, çocukların ırzına geçmesiyle “meşhur” bir mahkûmdu anlaşılan, müdür bunu biliyor, engellemiyor ve kızdığı çocukları onun koğuşuna bilinçli bir şekilde yerleştiriyordu.

Onların ırzına geçsin diye.

Müdürün istediği de olmuştu zaten; “müdürün ırza geçme aleti” koğuşuna konan çocukların ırzına geçilmişti.

Başbakan’ın da, Adalet Bakanı’nın da benim kadar içlerinin acıyacağına ve benim kadar hiddetleneceğine eminim.

Onlara sormak istiyorum.

Bu adamlara ne yapacaksınız?

Açığa almanın yeterli bir tedbir olduğuna inanmıyorum.

Bu vahşetin, bu insanlık dışı rezilliğin hukuki bir karşılığı olmalı ve bu toplum o karşılığın ne olduğunu görmeli.

Bir çocuğu, olacakları bile bile, hatta öyle şeyler olsun diye bir sapığın yanına koymak ne demek?

Bundan daha ağır bir suç olabilir mi?

Böyle insanları kim hapishane müdürü yapıyor, kim çocukları böyle adamlara emanet ediyor?

İdari soruşturma sürerken savcıların derhal olaya el koyup, hapishaneyi çocukların ırzsına geçildiği bir cehenneme çeviren insanlık düşmanlarının adli takibata alınması gerektiği görüşünü paylaşmayacak kimse bulunduğunu sanmıyorum.

O çocuklara yapılanlar cezasız kalmamalı.

Öfkeden, çaresizlikten, dışarı çıkmak için içimi paralayan ilkel şiddetten aklım ve ellerim kilitlenmiş bir halde makinenin başında otururken Kurtuluş girdi içeri.

Öcalan’ın bir mesajının ANF’de yayınlandığını söyledi.

İmralı’da Öcalan ile birlikte yatan Cumali Karsu, Öcalan’ın avukatlarının bürosu olan Asrın Bürosu’na bir mesaj göndermişti.

İmza Cumali Karsu idi ama mesajın Öcalan’dan geldiği anlaşılıyordu.

Öcalan, iki BDP’li milletvekilinin başlattığı ve cezaevlerine yayılma eğilimi gösteren açlık grevlerinin “makul bir biçimde sonuçlandırılmasını” istiyordu.

Buna çok sevindim.

Çünkü açlık grevindeki milletvekillerinin sağlık durumlarının bozulduğunu duyuyorduk.

Ve, bu açlık grevleri toplumda bir karşılık bulmuyordu.

O karşılığı bulabilmek için daha fazla insanın açlık grevine gireceği, daha fazla insanın hayatının tehlikeye atılacağı anlaşılıyordu.

“Apo’yla Müzakere Platformu”
adıyla kadınların oluşturduğu bir hareketin temsilcileri geçenlerde bana geldiklerinde onlara da söylemiştim, “Bu açlık grevlerinin ses getirme ihtimali çok düşük, bu insanların hayatını tehlikeye atıyorsunuz” diye.

Gerek açlık grevinde olanlar, gerekse o “platformun” üyeleri, PKK ile müzakerelerin yeniden başlamasını ve Öcalan’ın da süreçte yer almasını istiyorlardı.

“Geçen temmuz ayında bugün istediğiniz her şey vardı, müzakereler sürüyordu, Apo müzakere sürecinin içindeydi, şimdi yeniden temmuz ayına dönmek istiyorsanız sadece devlete seslenmeniz toplumda bir karşılık bulmaz, o süreci kim kestiyse, ondan da talep de bulunmanız, o süreci kesen PKK’nın da bir açıklama yapması gerekir.”

Geçen temmuzu yaşadıktan, MİT-PKK müzakerelerinin ayrıntılarını okuduktan sonra kolay kolay kimse bu sürecin devamının sadece devletten istemekle sağlanacağına inanmaz.

Süreci kesintiye uğratanların da bir özeleştiri yapması, müzakerelere devama istekli olduklarını beyan etmesi beklenir.

Sonuçsuz kalacak ve insanların ölümüne yol açacak bir gelişmenin Apo’nun müdahalesiyle bitirilmesi onun için beni çok sevindirdi, bu açıklama o insanların hayatlarını kurtaracak.

Apo’nun mesajındaki “her şeye rağmen iyi olacak” sözleri de çok ümit verici.

Ben Apo’yla müzakerelerin sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum, o cenahta en doğru tesbitleri o yapıyor, barışa giden yolu o arıyor.

Bu ülke Kürt meselesini eşitlik ve özgürlük temelinde çözümlemek zorunda, huzura erebilmesinin tek yolu bu, Ergenekon’un yeniden uyanmaya başladığı şu son zamanlarda barış daha da önem kazanıyor.

Pozantı’da gördüğümüz gibi çocuklarımızın güvenliği bile bu barışa bağlı.

Çok öfkeli başladığım bir yazıyı çok umutlu bitiriyorum.

Pozantı canavarlarının cezalandırılacağını ve Apo’nun devreye girmesi ve hükümetin de cesurca davranmasıyla barışın bulunacağını ümit ediyorum.

Bu ümit bile şu günlerde insanın içine iyi geliyor.