Tahsin Yücel’in Türkiye İş Bankası Yayınları’ndan çıkan yeni kitabının adı “İnsan Yazdığı Şeydir” birbirinden anlamlı denemeleri içeriyor. “Yazarın yazdıklarına nasıl bakabiliriz?” sorusunu derinlemesine inceleyen denemelerden oluşuyor kitap. Beni en çok çarpan Dreyfus Olayı’nı bana yeniden hatırlatan satırlarıydı Tahsin Yücel’in. 19. yüzyıl sonlarında, Fransa’da, Yahudi kökenli bir subayın, Albert Dreyfus’un haksız yere casuslukla suçlanarak zindana gönderilmesiyle başlayan olaylar yargı ve yargıya ilişkin soruşturmalarla devam eder. Büyük yazar Emile Zola’nın bu konuda yazdığı metni hatırlatmış bize Yücel. 13 Ocak 1898 yılında L’Aurore gazetesinde yayımlanan o metni. “Suçluyorum! Cumhurbaşkanına Mektup” adlı bu yazının gerçek bir aydın başkaldırısı olduğunu da sözlerine eklemiş.

Aydın başkaldırısı!

Ekranlardan geçip giden yüzlere bakıyorum, bu yüzlerin yazdığı yazıları takip etmeye çalışıyorum tarafsız olmaya çalışan bir gözle. Sırf Nedim Şener ve Ahmet Şık tahliye olduktan sonra yazılan yazıları tahlil etmek bile Türkiye’de “aydın başkaldırısı” denilen olgunun ne kadar hazin bir tablo çizdiğini göstermesi bakımından ilginç bir tablo sergiliyor.

Yanlış anlaşılmasın. Bunu kendimi dışarda tutarak söylemiyorum. İçimize salınan bu korkunun kaynağını düşünüyorum nicedir. “Neden korkuyoruz?” diye soruyorum. “Sahip olduklarımız bir kalemle kağıttan ibaret değil mi? Zaten böyle yola çıkmamış mıydık?” Aydın başkaldırısı! Keşke tahliye sonrası olaya gösterilen duyarlılık bu insanlar içerdeyken de gösterilebilseydi!

Ahmet Şık’la geçen gün telefonda konuşma şansını yakaladım. Uzun zamandır bir insanın sesini bu kadar coşkulu duymamıştım telefonda. Ona çok teşekkür ettim sadece. “Bize öğrettikleriniz için sağolun!” dedim.

Gerçekten de onlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Öncelikli olarak da kitapların bomba olmadığına ilk başta bizler, yazarlar inanmak durumundayız. Ki bunun mücadelesini ortak bir vicdanla sonuna kadar verebilelim. Zaaf göstermeksizin. Savrulmadan. Yazdıklarımıza öncelikle bizler inanarak. İnsan yazdığı şeydir fikriyle hareket ederek, yalpalamaksızın, yazdıklarımıza sahip çıkarak. Birbirimize sahip çıkarak. Düşünmenin, yazmanın, gerçekleri tartışabilmenin, sağduyuyla eleştirebilmenin, vicdanın sesini dinlemenin “bomba” olmadığına inanarak.

***


“Ben Bir Taşım” kitabının yazarı Müge Tuzcuoğlu’nun tutuklandığını yazmıştım bu köşede. Onun hüzünle dolu ama insana güç veren bir mektubu var. Bir bölümünü sizlerle paylaşmak isterim:

“Pozantı Cezaevi’ndeki çocukların sorunlarını düzeltmeye uğraşırken tutuklanmak...

‘Taş atan çocukların’ cezaevinden sonraki yaşamlarını hep beraber örmeye çalışırken tutuklanmak...

Yoksulluk ve yoksulluğu aşmaya çalışırken tutuklanmak...

Kadınlara özgür bir kapı aralamaya çalışırken tutuklanmak...

İnsan cezaevine giderken en çok arkada bıraktıklarını düşünüyormuş. Canla başla uğraştığı çalışmaların ne olacağını... Yalnız bırakmayın çocuklarımı... Pozantı’yı... Yoksulları... Kadınları...”

***


Ülkemiz giderek bir cezaevine dönüşüyor değerli okurlar. Bunun için ille demir parmaklıklara da gerek yok.

Peki sizce asıl gardiyan kim? Korkularımızın başgardiyanı kim?