Dünkü köşemin sonuna Ahmet Şık’ın kitabına yönelik ‘ele geçirme’ operasyonunu eleştiren bir paragraf eklemiştim. Hurşit Tolon’un mektubunu yayımlamayı kendimce ‘zorunlu’ gördüğüm için tepkimi yazının sonuna eklediğim bir paragrafla dile getirmek zorunda kaldım.

Bir paragraf yazmam bazı okurları rahatsız etmiş. “Tamamını ayırman gerekirdi” diyen var. Bu tepkiler anlaşılabilir. Tepkilerin neredeyse hepsinin merkezinde 12 Eylül anayasa referandumunda ‘evet’i savunmuş olmam var. 12 Eylül referandum sürecinde birçok tartışma yaşandı… ‘Evet’, ‘boykot’ ve ‘hayır’ tercihlerini benimseyen insanlar, pozisyonlarını temellendirmek için yoğun polemiklere girdi. Bu da gayet doğaldı.

Kendi adıma, referandumdaki tercihi nedeniyle kimseye hakaret eden bir ifade kullanmadım. Farklı düşünenlere olabildiğince saygılı yaklaşmaya özen gösterdim. Kimseyi tercihi nedeniyle ‘darbeci’likle suçlamadım.

Fakat kendi tercihim nedeniyle o dönemden beri bana yönelik çok ağır ifadeler kullanılıyor ve eleştirilerin çoğunda laf eninde sonunda bu noktaya bağlanıyor. Merak edenler, yazılarımın altındaki yorumlara bakabilir.

Şık’ın ve Nedim Şener’in Ergenekon’dan tutuklanmasını doğru bulmadığımı, gerekçelerinin de inandırıcı olmadığını dile getirdim. Şimdiki durumun ise çok daha rahatsız edici olduğu ortada. Basılmamış bir kitabın baskısının engellenmesi amacıyla ‘veri imha ekipleri’nin, Radikal’in kapısına dayanacak kadar ‘büyük’ bir operasyona girişebilmeleri ve bunun 2011’de gerçekleşiyor olması, tam anlamıyla şoke edici bir durum.

Türkiye bunları ilk kez yaşıyor değil. Basılmış, basılmamış kitaplar nedeniyle evlerin, matbaaların basıldığı, ‘yakalanan kitaplar’ın fırınlarda yakıldığı günleri unutmadım. Düşüncelerin baskı altında tutulmasının yol açtığı acıları unutmadım.

Bütün bu trajik olayları geride bırakma yönündeki toplumsal irade ve arayışın yoğunlaştığı, darbecilerin yargı önünde hesap verdiği bir ortamda, birilerinin geçmiş günlerin karanlık mağaralarından çıkarak, yeniden ‘kitap’ üzerinden suç ve korku yaratmaya çalışıyor olabilmeleri gerçekten moral bozucu. Son operasyonları yapanların, Türkiye’nin demokrasi yolculuğuna da darbecilerin darbelenmesine de zarar verdikleri, engel oldukları açık.

Ergenekon davasını hâlâ çok önemsiyorum. (Sanıklardan Özel Harekâtçı İbrahim Şahin’in evinden evimin krokisi ve fotoğrafım çıktı. Herhalde Şahin’in bunları toplamasının nedeni bana olan sevgisi değildi. Başka bazı yazarların, akademisyenlerin de fotoğraf ve adresleri aynı dosyadaydı.)

Ergenekon davasını küçümsemek, karartılmasına razı olmak, geleceğimizi karartmak demek. Şık’ın kitabına yapılan, düşünceye ve kitaba yönelik bir ‘vahşet’ ve ilkellik olmanın, bir gazeteci arkadaşımın çalışmasına saygısızlık olmanın ötesinde, darbeci ve statükocu düşünce şekillerine can suyu verdiği için de tehlikeli.

Başbakan’a çağrı
Kitap operasyonu, siyasi sonuçları olan bir durum yarattı. Bu operasyonun hukuki olduğuna inanmayanların sayısı artıyor. İnandırıcılık sorunu büyüyor.

Siyasilerin daha net sözler söylemeleri zorunlu hale geldi. Örneğin Başbakan, kitap peşinde koşan güvenlik güçleri ve savcılar konusunda bir değerlendirme yapmak ve basılmayan bir kitabı hayati bir suç unsuru olarak görebilen anlayış konusunda net bir duruş sergilemek durumunda…
Not: 12 Eylül’deki anayasa değişiklikleri Türkiye’nin demokratikleşme yolculuğunun bir parçasıydı. O değişikliklerin gerekli olduğu bence şimdi daha iyi anlaşılıyor. Yargıçların, savcıların demokratik yöntemlerle seçilmesi, taban tarafından denetlenebilmesi ve 12 Eylülcü darbeci sistemin bir ölçüde tasfiye edilmiş olması, şu an karşı karşıya bulunduğumuz geleneksel yargı anlayışını değiştirebilecek bir imkân. Ama eski otoriter zihniyetin egemenliği büyük oranda sürüyor. Değişim kolay değil.