Formül şöyledir:

Kimliğini yücelt, kişiliğini ez!

Bunu en iyi bilmesi gerekenlerden biri “Yüce Türk Milleti”!

Çünkü kimliği çok yüceltilip okulda, sokakta, askerde, işyerinde, işsizlikte kişiliği de o kadar ezilir.

Milli, dini kimlikleri yüceltilenlerin büyük çoğunluğu; o kimliği yüceltenler tarafından, gündelik hayat içinde aşağıda, aşağılık görülür.

Hor görülür, parya görülür.

Ezilir, insanlığı tüketilir, sırta saplı bıçak gibi haysiyeti her gün arkadan vurulur, kalbi ve ruhu sürekli kırılır.

Kimliği yüceltilip kişiliği (ve bedeni de) ezilenlerin çoğu da; kişiliklerinin ezilmesi karşısında, kimliklerine sarılır.

Milli, etnik, dini kimlikler; cinsiyet, memleket, üniforma, forma vesaire.

Her gün ezilen polislerin kimi, o an ezen polis olmak için can atar.

Her gün ezilen askerlerin kimi, bir an ezmekten kendini alamaz.

Ezilen kimi öğretmen de, hatta kimi baba bile hıncını çocuklardan çıkarır.

Ezilen işçilikten gelme ustabaşı, formen; kraldan çok kralcı olur.

Ezilen erkekler, eşlerini, sevgililerini bir kalemde ezip yok edebilir.

(Toplumsal, sınıfsal, kitlesel ezme ve tahakküm imkanı olanların şiddeti; en kahredici ama en görülmez yahut konuşulmaz olanıdır. Nitekim onların içinden karısını bıçaklayan filan çıkmaz; açık, kaba şiddetten uzaktır, kibarlıkları. Ama onca insanın hayatına şiddetle tahakküm, şiddet değilse nedir?)

***

Formül budur ve basit gibi görünen bu formül, alttakilerin, ezilenlerin, horlananların, aşağılananların “şiddetin özü”nü, “şiddetin sınıfsal hali”ni, “şiddetin her türlü güç ve iktidar ile bağlantısı”nı ıskalamasına yarar, onlara ıskalalatmak içindir.

Ve hakikat ile esası ıskalayan o ayak, o el, o yumruk, o tokat, o bıçak, o silah, o nefret, o küfür; münasip bir başka kimliğin ve kişiliğin üstüne sallanır.

Formül, her gün, her an yaralananların, fırsat bulunca vurması üstünedir!

Kötülüğün, deliliğin, cinnetin; toplumsal, sınıfsal kaynaklar yerine; sadece manyaklarla kişiselleştirilmesidir.

O kadar ki…

Etnik aşağılanma, horlanma, ezilme sonucu; “eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi için” ayaklanabilenler dahi; kimliklerini yücelten kendi otoriterleri ve onların buyruğu altına rehin ve esir verir kişiliğini!

Demokrasi isterken, anti-demokratik, anti-insani, anti-şahsiyet, anti-haysiyet tahakküme teslim olur!

Kimliğinin onurunu ararken, kişiliğinin onurundan vazgeçmek zorunda bırakılır!

Formül hep budur.

Ama hayat ve insanlık, şahsiyet ve haysiyet ille böyle olmak zorunda değil!

 

Kalkınma ile adalet

Şimdi kimimiz, normal parti ismi kısaltmasını dikkate alıp AKP yazıyoruz ve kızan kızıyor ya…

Peki, açılım yapalım:

Adalet ve Kalkınma Partisi!

Son dönem şu minvalde:

Kalkınma”, ki “büyüme”ye de öyle diyorlar; gayet iyi!

Adalet” ise, aykırı beyanı olanlar için artık feci!

Bir ülkede adalet sadece o gün suç denenin, halihazırdaki kanunlara göre ceza almasından ibaret olamaz…

Aynı zamanda, hakkın teslimine, özgürlüklerin kullanımına dairdir.

Hele hele, suç diye iddia edilen nice hak ve özgürlüğün masumiyetine, meşruiyetine dairdir.

Hukukun “şiddetli” olduğu hiçbir zaman ve mekanda; öteki şiddetlerin şiddeti zaten tam idrak edilemez.

Kalkınma, yüzde kaç olursa olsun…

Adalet, nakıs!

Belki de öyle AKP ya da Ak Parti dememeli; adını tam söylemeli ki, “Adalet”in bir vaat, bir taahhüt olarak “Kalkınma”dan, hele hele “Parti”den epey önce geldiği her gün telaffuz edilsin hiç değilse!

Her eylemi, her itirazı, her farklı sesi; üstelik Anayasal hak olduğu halde hemen “terör” çuvalına boca etmek, yüzde 50 desteği sağlam tutsa da, kalbi ve ruhu daha da kırık bir ülke yaratır sadece.

Çünkü, hiçbir acı unutulmuyor; hiçbir haksızlık öyle buhar olup yok olmuyor!

Bunu en iyi, canından öte sevdiği bir yakınını kaybedenler bilir!

Bilmeli yani.