Bu, Osmanlı’dan beri böyle, bir yandan gelişmiş dünyanın bir parçası olmak istiyoruz, bir yandan da o dünyanın ölçülerini kabul etmek istemiyoruz.

Daha doğrusu, istemeyen biz değiliz, ülkeyi yönetenler o “ölçülere” uymak istemiyorlar.

Çünkü, gelişmiş dünya taa Magna Carta’dan bu yana yöneticilerin “keyfiliğini” engelleyecek düzenlemeler getiriyor.

Bizim yöneticiler ise “keyfilik bağımlısı”, keyiflerine göre hareket edemeyecekleri sınırlamalarla, hakla, hukukla karşılaştıklarında elleri titremeye, nöbetler geçirmeye başlıyorlar.

Osmanlı bitti ama padişahlık hiç bitmedi.

Atatürk de aynı şeyi istiyordu, İsmet Paşa da, daha sonra sıra sıra darbelerle iktidarı ele geçiren generaller de.

Tam bunları değiştiriyoruz derken şimdi yeniden başa dönüyoruz.

Biz bunları değiştirme yoluna nasıl girmiştik?

Avrupa Birliği üyeliğine aday olarak, Birlik’in “ölçülerini” kabul ederek.

Generallerin “bin yıl süreceğini” sandıkları keyfiliği, padişahlığı, halkı kale almamayı içeride bitirecek bir güç yoktu, halkın ve temsilcilerinin kuvvetli bir müttefike ihtiyacı vardı.

Bu kavgada AB’nin müttefikliğine sığındık.

Onun hukuk kurallarını çeşitli “uyum yasalarıyla” buraya taşıdık.

Keyfiliğe sınırlar getirdik.

Generallerin darbeciliğinin önünü kestik.

12 Eylül’den bu yana yapılan ve yapılmaya heveslenilen bütün darbeler ve darbe girişimleri şimdi yargı önünde.

Bu gelişmeler evrensel hukuka uyularak sağlandı.

O hukukun kuralları var.

Gelişmiş ülkeler tarafından kabul edilen kurallar.

Gelişmemiş ülkelerin yöneticilerine ağır gelen kurallar bunlar.

O yöneticiler, kural sevmiyorlar, hukuk sevmiyorlar, iktidarlarının halkın çıkarı için sınırlanmasını sevmiyorlar.

Şimdi, bir zamanlar Avrupa Birliği’ne övgüler yağdıran AKP iktidarı “gelişmiş dünyanın”kurallarından sıyrılmaya çalışıyor.

Başbakan Erdoğan’ın, “şike” konusundaki açıklamaları sanırım bu durumun en açık belirtisi.

Erdoğan, “Demir Leydi”nin İngiliz futbolunu Avrupa’dan çekmesine bayılmış.


“Avrupa’dan çekildiler, kendi aralarında oynadılar, daha iyi oldu”
 diyor.


“Biz de kendi aramızda oynayalım”
 diyor.

Zaten bu akılla gidersek kısa zaman sonra “kendi aramızda” oynayacağız.

Başbakan’ın fevkalâde keyfî bir kararıyla, Avrupa’nın ve dünyanın futbol hukukunu reddedip, kendi içimize döneceğiz.

Erdoğan bundan çok memnun gözüküyor.

Çünkü Avrupa futbolunun hukuku içinde şike yapmak olmadığı gibi, başbakanların futbola böyle Osmanlı padişahı gibi “fermanlarla” müdahalesi de yok.

Avrupa’da şike yapan takımlara verilecek cezalar belirlenmiş, bunlar ortaklaşa kabul edilen “futbol hukukuna” göre uygulanıyor.

Ama Erdoğan “hukuka” göre değil kendi keyfine göre karar vermek istiyor, bir zamanlar 12 Eylül’ün şimdi yargılanan lideri Kenan Evren, ligden düşen bir takımı tek bir sözüyle lige geri döndürmüştü.

Futbol hukuku değil, darbe hukuku uygulanmıştı.

Bunun için de uyduruk bir yasa çıkarmışlardı.

Aradan otuz yıl geçti, biz gene aynı yere geldik.

Erdoğan’ın bir sözüyle Avrupa hukukunu reddediyoruz.

Kimin ligde kalıp kimin gideceğine “kurallar” değil Başbakan karar veriyor.

Bizim yöneticilerin bayıldığı yönetim biçimi de işte bu zaten.

O emredecek, halk yapacak.

Erdoğan istedi diye “kendi aramızda” oynayacağız.

Çünkü Avrupa futbolu başbakanların keyfine göre düzen kurulmasını kabul etmiyor, öyle yapmak isteyenleri kendi arasından atıyor.

Bizi de atacaklar.

Zaten gerileme dönemine giren futbol iyice elden gidecek.

Avrupa’ya gitmediğimiz sürece, Avrupa sahalarında kendini gösteremeyecek takımlarda oynamayı kabul etmeyen bütün yabancı futbolcular ülkeyi terk edecek, yenileri gelmeyecek.

Avrupa’ya gitme şansını vermeyecek bir lig şampiyonluğu teneke bir kupa olmaktan öteye geçmeyecek.

Ligde motivasyon düşecek.

Futbolun izleyicisi, dolayısıyla geliri azalacak.

Takımlar kendilerini yenileyemeyecek.

İmkân bulan bütün iyi futbolcular Avrupa’ya kaçacak.

Başbakan Erdoğan, bütün bunların bizim için “iyi” olduğunu söylüyor.

Bizim için iyi değil.

Erdoğan için iyi sadece.

Futbolun padişahı olarak artık canının istediğini canının istediği gibi Federasyon başkanlığına atayabilecek, kuralları kendisi belirleyecek, şike cezalarını düşürecek, hatta isterse “Türk takımlarının şike yapmayacağı damarlarındaki asil kandan bellidir” deyip bu ülkede asla şike olmayacağını da kural haline getirecek.

İsterse, maçlardan önce mehter marşı çaldırıp “padişahım çok yaşa” diye de bağırtabilir takımları.

Herşeyi yaptırabilir ama bu ülkenin takımlarını Avrupa’ya gönderemez, Avrupa’da oynatamaz.

Belki Ortadoğu Şampiyonlar Ligi gibi bir şeyler kurmaya uğraşıp, Katar’la final oynama şansına erişmemizi sağlar.

Birinci Kenan Evren döneminde ülkede ne kadar futbol varsa, İkinci Kenan Evren döneminde de ülkede o kadar futbol olur.

Erdoğan’ın bütün bunları yapabilmesi henüz Kemalizm dönemini sona erdiremediğimizi gösteriyor.

Kemalizmin askerî aşamasını bitirdik, şimdi Kemalizmin sivil aşamasını yaşama dönemine girdik.

Bir süre de bu gidecek anlaşılan.

Bir zaman da buralarda debeleneceğiz.

Sonra hukuksuz ve kuralsız bir yere varılamayacağını anlayacağız.

Bunu anlayana kadar da “kendi aramızda” oynayacağız artık.

Böyle bir ülkeyi gelişmiş toplumlar “kendi aralarına” almazlar çünkü.