Yıllardır derinleşerek büyüyen bir yaradır kadın cinayetleri.

Bir hükümlünün firarı sonrası işlediği cinayetin sorumlusu hükümlü değildir. Hükümlü cinayete teşebbüsten hüküm giydiğine göre, cinayet işlemesi onun asli işiymiş gibi görmemiz gerekir. (Böyle görmediğimizde önlem almamızda gevşeklik gösterilmesi olası bir varsayım). Bizim bu kişiyi, asli işini yapması için sokağa salıvermemiz; bizi, azgın aslanı kafesinden bırakan bakıcıdan farksız kılar (Aslan benzetmesinin bir iltifat olarak algılanmaması için yazının bundan sonrasında çakal diye söz etmeliyim).

Böyle bir durumda, tek suçlunun çakal olduğu kabul görüyorsa; toplum ahlakını, vicdanını ve adalet sistemini sorgulamak gerekir. Tek suçlunun bakıcı olduğu kabul görüyorsa toplumun veya kişilerin akıl sağlığından şüphe duyulmalıdır. Eğer suçun, sistemin yani düzenin bozukluğundan kaynaklandığını söyleyen olursa, onu da çakalla birlikte yargılayalım(!). Netekim (!) böyle bile oluyor.

Herkesin hukukçu olması beklenemez. Ancak büyük bir çoğunluğu akıllı insanlardan oluştuğunu bildiğimiz bu toplumda, bu işler biraz farklı işliyor sanki. Yani bütün her şeyi katile yükleyip; lanet okuduk, ‘daha ne yapalım, kader işte’, deyip devam ediyoruz kaldığımız yerden.

Maalesef bizde suçu çakala yükleyip; bir güzel pataklamak, dişlerini sökmek, kuyruğunu koparmak yeterli görülmektedir.

Bu yıl işlenen 490. kadın cinayeti diyor, bir milletvekili.

Bu gün bir firari, yarın belki de yıllarca yakalanamayacak bir suç makinesinden muzdarip olacağız. Bugünden sonra cezaevlerinden firarın imkânsız hale getirileceğinden emin de olabiliriz. Hatta gerçekleştirilebilir de. Çözüm mü?

Suç işleyip yakalanmayanlar için nasıl bir çözüm bulacağız? Bütün kuytu köşelere tuzaklar kurarak mı? Bütün ormanları yakmak, bütün çatı katlarını kapattırmak, ağaç kovuklarını zehirlemek, mağaraların ağzını örmek mi?

Çakal, suçunu kabul etsin etmesin suçüstü yakalandığı için ceza alacaktır. Ancak onu korumakla ve halkı ondan korumakla yükümlü kişilerin görev ve sorumluluk derecelerinin belli olmasına rağmen, sorumluluktan kaçmaları ne ile açıklanır.

Çakal, perişan bir halde günlerce aç bekletilirken, sorumlular; “ne yapalım, hayvandır, kaçmıştır” demekle yetiniyorlar. Herkesin de bununla yetinmesini salık veriyorlar.

İnsanlar öldürülür, kılıflar öyle çok ki.

Yok başı açıktı, yok kocasına niye karşı geldiydi, boşanmasaydı, o saatte orada işi neydi, kadın sokaktaydı olacağı buydu, çalışmasındı evinde otursundu…

Vatandaş sokakta istediği saatte yürüyemeyecek; özel hayatıyla ilgili karar alamayacak; saçını, başını, kıyafetini başkalarına göre ayarlayacak; dulluk maaşıyla gül gibi geçinip gidecek; önüne atılan makarna, şeker ve kömür ile hayatını sefalete göre düzenleyecek, öyle mi?

Ya senin görevin ne görevin?

Sorumluların sorumlulukları, suçluyu yakalayıp içeri atmakla bitmiyor, orada tutmasını bilse bile. Orada yaşar gibi yaşamlarını sürdürmeleri değil orada bulunmalarının amacı. O mekâna suçlu girenlerin, rehabilite olmalarını sağlamak öncelikli bir görev ve nihai amaçtır.

Cezaevine koyduğun bir hükümlünün cezası bitmeden oradan çıkması mümkün değildir. Onca güvenlik önlemi: jandarma, infaz koruma memuru, eğitimli köpekler, yüksek duvarlar, dikenli teller… Oradan çıkmış olması salıverilmiş olduğu anlamına gelir. Aksini savunmak, ‘biz bu görevi layıkıyla yerine getiremedik. Buyursun, daha iyi yapabilecekler…’ demektir. Ama bu ahlaki cesaret yok.

Ee zaten bir canidir, suç işlemek fıtratında var, desek; bizimkiler alkışlar da muhalifler ne der…

İnfaz koruma memurunun suçudur, memur cezalandırılmalıdır, hatta cinayete sebebiyet vermekten, müebbet…

Tayyareden bir suçlu bulundu, memleketin sorunu çözüldü. Bari firariyi de iyi halden tahliye edelim.

Bu ülkede bir Japon mühendis, çalıştığı köprü inşaatında bir halatın kopması sonucunda, hatanın kendisinden kaynaklandığına kanaat getirerek intihar etti. Mahkeme yok, hüküm yok. Vicdan var, ahlak var, çalışma etiği var.

Belki de bize örnek teşkil etsin diye Japonya’dan buraya gönderilmişti. Biz kıymetini bilemedik. Örnek almadığımız gibi, çabucak da unuttuk.

Kimsenin intihar etmesini istemeyiz elbet. Ama lütfen istifa etme nezaketini gösterelim artık. İstifa, kendi onurunu ve yaptığın görevin önemini ve onurunu korumak olduğunun farkına varmandır. Bu, senin görevini o ana kadar layıkıyla yerine getirdiğine olan inancının kanıtı olacaktır.

Memleketimiz için yapabileceğimiz en güzel şeyin istifa mekanizmasını yerleştirmek olacaktır. Yok, mu bunu başlatacak bir vatansever; vatan, millet sevdalısı.

Yok.

İyi günde mangalda kül bırakmayanlar izinde. Neyin izinde oldukları pek de bilinmez bir şey değil ya.

Sorumlu herkes kem küm… Çünkü öyle yetkilerle donatılmışlar ki, yetkileri sorumluluklarını kat be kat aşmış, yargılanmalarına da, istifa etmelerine de izin vermiyor.

Bu sorunu çözelim mi?

Evet, der insan olan herkes.

Tek bir çözüm yolu var. Her şeyi ve herkesi kapsayıcı… Yani hırsıza, yolsuza, firara, kaçağa, kıyakçılığa, yandaşlığa, partizanlığa, ayırımcılığa, tacize, tecavüze…

Eğitim sistemimiz,

İyi

insan

yetiştiremiyor.