Bugün AKP’li bir akrabamdan bir mesaj aldım. Mesajda ülkenin tehlike altında olduğu, davanın partiler üstü olduğu, kazanılması gerekenin seçim değil savaş olduğu, yenilmesi gerekenin parti değil sistem olduğu, halkın parti kavgasına yönlendirilip pasifize edildiği… Bu girişle başlayan yazının devamında, ABD’nin ülkemizi nasıl kuşattığı ve İsrail’in hedeflerinden söz edilerek örnekler verilmektedir. Ayrıca öteden beri duyduğumuz bazı senaryolara inandırıcılık katılmış, mevcut iktidarın yaptıkları sıralanarak güçlendiğimiz imasıyla parti propagandası yapılmaktadır: MİT, Mavi Vatan, Fetö, İha, Siha konuları haricinde hiçbir başarı ve övünç kaynağı da bulunmamakta. Birlik ve beraberlik önerilmektedir elbette.

Birlik ve beraberlik dileği haricinde hiçbir konuda birlik ve beraberlik umudu taşımak mümkün değil. Doğruluk payı taşıyan ya da doğru olduğuna inanılan konularda bile savunulanın ne denli çarpıtılarak savunulduğunu görmek insanı ürkütmektedir. Birlik ve beraberliğin bile bir tekelleşmeyi işaret ettiği sezilmektedir. Nerede birlik, nerede beraberlik olunması gerektiği de vurgulanmış: mevcut delik çatı altında.

“Ben BOP’un eşbaşkanıyım” dendiğinde bu mesajı yayımlayacaktınız. Bu eşbaşkanlığın ne anlam taşıdığını sorgulayacaktınız. Hala sorgulamaya gerek duymuyorsan, sen de kendi çapında bir eşbaşkansın. O zaman doğru yoldasın, hiçbir şikayete gerek yok. Hem ülkenin kuşatılmışlığından şikayet edeceksin, hem de eşbaşkanlıktan yana tavır alacaksın, bu kendinle çelişmendir. İktidar bu halde ise iktidar da kendi dış politikasıyla çelişmektedir.

Ve şikâyet edilen mevcut durumun BOP eşbaşkanı olmanın gerektirdiği yükümlülüklerin gereği olacağı aklınızı kurcalamaz mı? Mevcut durumu korumaya çalışmak, (rahatsızlığımızın temelde sebebi olan) ABD’nin kurduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin eksikliklerini tamamlamasına zaman tanımak anlamı taşımaz mı? Kimi koruyacağız? Ülkemizi mi, ABD’yi mi? Biraz da bu açıdan düşünelim.

Her şeyi dış politikaya ve kuşatılmışlığa bağlayan zihniyetin içeride olup bitenleri görmezden gelmesi normaldir. Ne de olsa herkesin cebinde beş bin liralık telefon var. Her kapıda bir araba var. Aç yok, yoksul yok. Ne de olsa padişaha kul. Her yapılan onun için yapılıyor, sorgulamasına ne gerek.

Bizi kuşattığını söylediğiniz ülkeler neden bizi kuşatabiliyor? Tamamının ortak özelliği zengin olmalarıdır. Bizde ise ülke kaynaklarının çeşitli yollarla hırsızlarca talan edilmesiyle kişiler zenginleştirilmekte; vatan, millet, din edebiyatıyla da ülke savunulmaya çalışılmaktadır. Yalan mı?

Evin içinde açlık varsa kapı tokmağını altından yapamazsın. Yirmi yıldır bu noktaya getirildi memleket. İçeride kavga, ayrışma, açlık, yoksulluk; dışarıda afra tafra, astım kestim.

Sorunlarımızı teker teker çözmek yerine, sorunlarımıza sorunlar ordusu katarsak, bu sorunları kendi lehine kullanacaklar çıkacaktır. Yaşadığımız ezilmişlik, çözülememiş ve çözmeye kalkışılmamış yığınla sorunlarımızdan kaynaklanmaktadır. Başkaları bu yaralarımızı kaşıyınca da, “haydi birlik zamanı”, diye başlayan nutuklar ters teper. Yumurta g.te dayanmadan aklımız başımıza geldiğinde, kendi sorunlarımızı kendimiz çözdüğümüzde, atı alan Üsküdar’da yakayı ele verir.

“Kul dara düşmedikçe Hızır yetişmezmiş” havasında ağzımızı açıp Hızır beklemektir, şimdiki feryadımız. Hızırımız halk. Halkın birlik ve beraberliği. Ama zora düşmedikçe Hızır hiç aklımıza gelmiyor. Çalışanların % 42’si asgari ücretli Hızırlar, bir gecede maaşının % 10’unu yitiren Hızırlar, EYT Hızırlar, işsiz Hızırlar, çöpten beslenen Hızırlar, zam üstüne zam yiyen Hızırlar, vergilerinin nereye gittiğini soramayan Hızırlar, her gün her gün cinayete kurban giden anne Hızırlar, ilticaya eden aydın beyinli Hızırlar, emekleri birkaç zengine uçan Hızırlar… Eskiden Hızır uçar derlerdi. Şimdi öğrendik ki, uçan Hızır değilmiş, emekleriymiş.

Ve hazırlatılarak sosyal medyaya salınan bu birlik beraberlik mesajını okumaya istekli insan bulmak mesele. Okuyan da okuduğunu anlamıyor. Anladığını söyleyen yanlış anlıyor. Sorunlar sadece ayrıştırılmışlık, fakirlik, işsizlik, dış tehditler değil ki. En büyük sorunumuz: cehalet. Son 20 yılda o kadar cahilleştirildik ki… Yerimize birileri okuyor okumamıza gerek olmadığını söylüyorlar, onlar düşünüyor bizim düşünmemize gerek kalmadığını öğütlüyorlar. Hak aramaya kalkıştığınızda azarlanıyorsunuz. Üst düzeyde siyasetçi ve profesör, “biz cehillerin ferasetine güveniyoruz” diyor. Bu felsefeyi benimsemiş bir yönetimin halkın aydınlanması için çaba sarf edeceğine inanmak aptallıktır.

Aydınlatılmamış bir halkın birlik beraberlikten anladığı, silahlanıp karşı tarafa saldırmaktır.

Allah sonumuzu hayreylesin.