Gülen cemaatine terör örgütü dendiğini duyduğumda katıla katıla gülmek isterim. İsterim de asla gülemem.

Yıl 1995, daha genç öğretmenleriz. Oldukça samimi olduğum arkadaşım yeni evlenmiş, eş durumu özrüne bağlı yer değiştirme ile öğretmen eşine kavuşacağı için sevinçliydi. O gün geldi, eline geçen atama kararnamesinden; eşinin, kendi görev yerine yirmi beş kilometre uzaktaki bir okula atandığını öğrendi. Sevincinin kâbusa döndüğünü anlattığında, bir çaresini bulabileceğimizi söylememe rağmen aslında hiçbir çarem olmadığını biliyordum. O gün ders arasında öğretmenler odasında konuyu arkadaşlara açtık. Arkadaşımız çok üzgündü. Daha çok ben konuşuyordum. Mesele anlaşılır anlaşılmaz, öğretmen arkadaşlardan birisinin bana göz ettiğini fark ettiğimde, konuyu fazla konuşmadan kapatmaya çalıştım. Derse girdikten sonra, bana sonra görüşelim mahiyetinde işaret veren arkadaşın sınıfına gittim. Selahattin hoca ile meseleyi konuştuk. Akşam, üç kişi Çağlayan dershanesinin önünde görüşmeye karar verdik.

Bizi dershane müdürüyle tanıştırdı. Akşam yemeğine davet ettiler bizi. Ramazan ayındaydık. Az sonra iftardı zaten, kabul ettik. İkimiz de ilk kez böyle bir kuruma gelmiştik. Her şeyi garipsiyordum. Farklı bir ortamdı. İftar yemeğinden sonra, çaylarımızı içerken Selahattin yanında ilköğretim müfettişlerinden biriyle geldi. Teftişimde bulunduğundan kendisini tanıyordum. Meseleyi kendisine açtık. Sorgularcasına birçok soru sordu arkadaşımıza. Cemaate mesafesini öğrenmeye çalıştığı belliydi. Denize düşen yılana sarılırdı, o da olanca gücüyle sarılmıştı. Selahattin hoca, aslında arkadaşımızın cemaate kazandırılabilecek biri olduğunu anlatmış, ortamı hazırlamıştı. Müfettiş Mustafa hoca, iki gün sonra yine iftar yemeğine gelmemizi söyledi. O gün, bize nasıl yardımcı olabileceğini açıklayacaktı. Randevu verilen gün bayram arifesiydi.

O gün, o akşam iftardan sonra yüz kadar davetli vardı. Bu davetlilerden en az yirmisini tanımaktaydım. Bunlardan hiçbirinin benim bildiğim dinle alakası yoktu. Ama o gece ateşli birer dindar olmuş, Fethullah Gülen’i öve öve göklere çıkarıyorlardı. Elbette cemaate bağlılık coşkularının tavan yapmış olmasının herkesçe dini duygulara yorumlanmasına uygun bir ortamdı. Genel merkezden gelecek olan temsilci imam beklendi uzun bir süre. O gelmeden önce oradakilerin konuşmalarından anlıyorduk ki, Fethullah Gülen’den sonraki ikinci adamdır gelecek olan.

Yatsı vakti beklenen temsilci gelmişti. Yatsı namazını o kıldırdı. Tanıdığım esnaflardan bazılarının değil namaz, abdest almaktan bile uzak olduklarını biliyordum; ön saflarda yer edinip namazlarını huşu içinde kıldıklarını, temsilciye tescil ettirdiler. Namazdan sonra himmette bulunulacağını duyduk. Selahattin hoca yanımızdan pek fazla ayrılmadığı için, bilmediklerimizi ve merak ettiklerimizi anında sorup öğrenebiliyorduk. Himmetin de ne olduğunu öğrenmiş olduk böylece. Vakit oldukça geçti, dolmuşlar geç saatte çalışmadığı için eve yürüyerek gitmeyi göze alarak rahatlamaya çalışıyordum. Neyse ki, temsilci imam konuşmaya başladı: Cumhuriyet Caddesi’ne yakın 12 dekarlık bir arsanın alınıp okul yapılacağından, Türkî Cumhuriyetlerde ve dünyanın her bir yanında yapılan okullardan bahsetti. Allah rızası ve başka birçok ajite nutuk… Maksadı anlamaya başlamıştım. Konuşma aralarında, şimdi bağış miktarını da söyler diye beklerken, topu zengin bir esnafa attı. Gözleri fıldır fıldır bu esnafı tanırdım. (Çok parlak bir durumu yoktu. Sonraları trilyoner olduğunu duyacaktım) Yüz beş milyon bağışladı. Ardından bağışa başlayanlar, yüz, doksan, seksen, yetmiş derken oturduğumuz yerde sinmiş küçülmüş olduğumuzu fark ettim. Selahattin hocaya, biz ne kadar para verelim, mahiyetinde soru sorduğumuzda, arkadaşımı işaret ederek, “en az bir maaş bağışla” , bana da ”içinden ne koparsa” demişti. Çıta yüksekti. Ben yarım maaştan az; atama işinde yardımcı olunacak arkadaşım ise bir maaş bağış sözü vermiş olduk. Verilen sözlerin anında orada yazıldığını ve bol keseden atan esnafların aslında söylediklerinin onda biri kadar bile bağış yapmadıklarını sonraları öğrenecektim. O gece arkadaşın eşinin atanmasıyla ilgili hiçbir şey söylenmedi.

En çok üç gün geçmişti aradan. O ayın maaşını alalı bir gün olmuştu. Cemaatten haber gönderilmişti, Selahattin hoca aracılığıyla; bağışların geciktirilmeden gönderilmesi için uyarıldık. Arkadaşım aldığı maaşı o akşam götürüp cemaate teslim etti. Ben iki ay sonra, vaat ettiğim paranın yarısı kadarını Selahattin hoca aracılığıyla ödedim.

O ay bitmeden toplanan atama komisyonunca, söz konusu öğretmen görevli olduğu okuldan bizim okulumuza atanmış oldu. Atama yapıldıktan sonra bir maaş daha istendiyse de arkadaş ödemediğini söylemişti.

İki ay geçmeden Selahattin hoca, bir okula okul müdürü oldu. Altı ay sonra il milli eğitim müdürlüğünde şube müdürlüğüne atandı. Bir yıl sonra da farklı bir kurumda il müdürü oldu.

Aynı grup içinde olup, başka okullarda çalışan, öğretmen unvanı taşımaktan ve cemaate bağlı olmaktan başka hiçbir meziyeti olmayanlar birer birer makam atlıyorlardı. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığına atanan öğretmen çok dikkat çekmişti. Öğretmenevinde karşılaştığımızda eski okey arkadaşlarımız oldukları halde, bu atamalardan sonra bizinle oyuna oturmazlardı. Sohbetlerimiz ise aynen devam ederdi. Ayıya dayı demekle ayı olmayacaklarını dile getirirlerdi. Ancak cemaat görevlileri karşısında ayının yapmadığını yapar, onursuzca ellerini önlerinde bağlarlardı.

Aradan iki yıl geçmiş, ben başka bir ile atanmıştım. Bir gün eski görev yerimdeki dostları ziyarete gidince, Selahattin’e uğramıştım. Himmet gecesinde toplanan paraların akıbetini sormuştum. Hani arsa alınıp okul yapılması için toplanan bağışlar. O paraların okul yapılması için Kazakistan’a gönderildiğini, buraya daha sonra okul yapılacağını söylerken bir yandan da gülüyor, “geç bunları” diyordu, kahkahayla.

Himmet gecesinde bağışlarına yüz bin liradan başlayan esnafların durumlarını sordum. İki yıl içinde her biri birer ikişer bayilik almış, paraya para demiyorlarmış. Dediğine göre, cemaati de yalnız bırakmıyorlarmış. (devam edecek...)