Elinizden geldiğince iyilik yapar, iyileşmeye çalışırsınız. Elinizden geldiğince zararsız olmaya, hatta faydalı olmaya çalışırsınız. Yardımlaşmanın önemini bilir, ona göre bir düzen kurmaya çalışırsınız. Belki kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazsınız ama haksızlığa da uğramak istemezsiniz. Haksızlığa uğradığınızda elinizden geldiğince kendinizi korursunuz. Geriye dönüp baktığınızda, kimsenin ekmeğini elinden almadığınızı, belki de zar zor ekmeğinizi kazandığınızı ama başkasına yapılan haksızlıkları kendinize yapılmış gibi görmeden; başkasına yapıldığı için en yüksek perdeden karşı çıktığınızı hatırlarsınız. İşinizi aşınızı feda eder, bedeninizi rehin bırakıverirsiniz.

Ey mayıs! sen ne canlar aldın. Aldın da haksızlığını inkâra gerek bile duymadın. Sen kimlerin gazabına uğradın da her yıl her yıl kendini lanetlemekten geri durmadın. Biz mayısı sayısız çeşitleriyle çiçek, gözlerimizin feri yeşillik olarak görürdük. Derin bir kış sonrası ısınan bedenlerimizde aşktın, özlemiydin bütün sevdiklerimizle buluşmanın. Ve biz büyüdükçe anladık ki sende aşk yokmuş. Biz büyüdükçe anladık ki aşkların, sevgilerin ve çiçeklerin ve yeşilliklerin ve çağıl çağıl akan ırmakların ve şelalelerin gümbürtüsü, bir şeylerin unutturulması içinmiş. Hiçbiri 6 Mayısın acısını anlatmadı. Hiçbir günün İbrahim Gökçek’in unutulmayacağına söz veremeyecek. Yiğit yüreklerin güzelliğine mayısların yetemeyeceğine inananların sayısı kaç olacak? Kendini siper etmenin, kendini ölüme yatırmanın bedelinin ödeneceğine hangi zamanlar şahit? Ölesiye sevmenin, can vermeyle ödeneceğini hangi sevda hak eder?

Bir bebek doğar, bir insan yeşerir; bir insan ölür bir dünya söner. Ama bir insan öldürülür, bütün insanlık ölür. Ölenlerin mezarını gösterin bana. Hadi ve de haydi n’olur.

Ve bir insan, insanlık için, insanların uğradığı haksızlığa yatıracak tek kuruşu olmaz, tek kurşunu olmaz, söyleyecek bir sözü bile kalmaz; tutar canını yatırır insanların güzel yarınları için. Ey güzel insanlar! Neredesiniz? Neredesiniz ey insanlar: Tek kuruşu olmadan ve binlerce kurşunu olsa da birini bile kullanmayacak bir insanın suçu? Bir biz bilemedik… Belki de sadece özgürce şarkı söylemek istiyorlardı. Ne korkunç şarkılar söylerlermiş ki, açlıkları, susuzlukları ve adalet sesleri duyulmayacak kadar kulak ardı edilmelerine sebep.

Görünen o ki, istenen ve beklenen buydu: İdam cezası verip linç olacağına, hukuksuzca bir kararda ısrar et, kişi kendini imha etsin.

İlle de benim standartlarıma göre yaşa ve benim standartlarıma göre mutlu ol, benim standartlarıma göre üzül, benim standartlarıma göre öl. Yoksa ölümlerden ölüm beğen. Beğendik işte çok mutlu ol. Çok mutlu ol. Kurtulduklarının kimini boğarak, kimini aç bırakarak. Bu, ölümü tercihti doğrusu. Çünkü söz anlayana söylenecek kadar değerli. Yoksa derin derin solumak daha iyiydi. Hiç biri de pişman değil. Her biri marşlar eşliğinde, doğru bildiğince.

Sen her on yılda bir itibar iade et, kuru kuruya boş laflarla. Kiminin mezarını getir; sağlığında memleketine ayak basmaya korkarken, şimdi kemiklerini seviyoruz (!). Timsah gözyaşlarıyla vatandaşlarına itibar-ı iade merasimleri… Mezarını bile getirtemeyeceklerinin küskünlüğü hala sürüyor: mezarları vatansızlıkla cezalandırma, iyi gider değil mi?

İnsanlar, kuru nutuklara kanıp ölürken savaş meydanlarında, sorgulayıp savaşmayanların zindanlarda ölmeleri bir acayip. Savaşmayalım diyenlerin darağaçlarında boy göstermeleri bir acayip. Herkese ölün demek, kime ekmek? Savaşsız bir dünyanın herkese ekmek olması neden bazılarını gerer. Ekmekleri mi azalır acep?

Bir öğün yemeklerini bile atlayamayanların daha iyi yaşaması için, 323 gün yemek yemeyenleri, sadece bir öğünde yediklerimiz boğazımızda düğüm düğüm analım.

İnsan olduğumuzu hatırlayıp, tek silahının boğazından geçen yemek olduğuna nasıl karar verilebildiğinin sırrına varalım.

İnsanların böyle çaresiz bırakılmasını hangi hukuk düzeninin, hangi sosyal düzenin, hangi dinin ve hangi vicdanın reva gördüğünü görmeden insan olamayız.

‘Uğradığım haksızlığa çare olmayan hukuktan, adalet beklemiyorum’ demektir; bedenini, kimliğini, kişiliğini, bütün varlığını ortaya koymak. Ve ‘Beni duymak istemeyen hiç kimseyi duymak istemiyorum’ demektir, ölümün diğer adı.