Dünkü yazımın başlığı “Özet:PKK ile çatışma bitebilir” şeklinde. “Beşinci Oslo görüşmesi” adı verilen MİT-PKK buluşmasının tutanakları bende bu düşünceyi uyandırmıştı. Bu konular üzerine kafa yorduğum bir sırada, KCK operasyonlarının Türkiye çapında yaygınlaştığı haberi geldi.
İlk günden beri KCK tutuklamalarına karşı çıkıyorum. Gerekçelerimi defalarca yazdım, televizyonlarda anlattım. Tabii KCK tutuklamalarının haklılığına dair teoriler üreten, bu yolla PKK’nın şehirlerde yok edilebileceğini savunan bir kesim de var. Bu kesime paralel görünen bir anlayışla, İzmir’deki yaygın gözaltıların ardından, dün de İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde yaygın bir gözaltı operasyonu yapıldı. (Bu yazı yazılırken operasyon devam ediyordu.)
Yeniden tutanaklara dönersek, oradaki “devlet aklı”ile bu tutuklamaları yaygınlaştıran devlet aklı arasında ciddi bir mesafe olduğunu söyleyebiliriz. Öcalan ve PKK’lilerle görüşen, ülkenin en üst düzey istihbaratına hakim olan kişilerden söz ediyorum. Onlar, KCK tutuklamalarına pek sıcak bakan bir dil kullanmıyorlar. Tersine çözüm için bölgedeki ilişkileri yumuşatmaya yönelik bir yaklaşımı tercih ediyorlar. 

Yasal alanı yok ederek...
KCK tutuklamalarının “yasal alan”ı yok edici rolüne uzun süreden beri işaret ediyorum. Bu noktada, devletin PKK saldırılarına karşı 30 yıldır takip ettiği “ana çizgi”den çok uzaklaşmayan bir yaklaşımla karşı karşıyayız.
1990’ları hatırlayın: Kürt siyasi hareketinin önde gelen isimleri (yazar Musa Anter, Diyarbakır DEP İl Başkanı Vedat Aydın, Batman milletvekili Mehmet Sincar, Avukat Medet Serhat, Avukat Tahsin Ekinci) ve birçok aydın, devlet güçlerinin hedefi haline gelerek öldürüldüler. Devlet artık şehirlerde aydınlara yönelik suikastlara, adam kaçırmalara başvurmuyor. Bu bir ilerleme. Fakat şimdi de yasal alandaki temsilcilerin çok büyük bir bölümü tutuklanıyor. BDP’nin bu gidişle neredeyse yöneticisinin kalmayacağı söylenebilir.
PKK ve BDP iki Kürt siyasi hareketi. Birisi dağa çıkmış eline silah almış. Diğeri ise yasal mücadeleyi tercih etmiş. “Akrabalık”ı doğru okuyabilmek önemli. Osman Baydemir, bir söyleşisinde durumu şöyle dile getirmişti: “Said dağa çıktı ben yasal mücadeleyi tercih ettim.” (Said, Osman’ın gençlik döneminden tanıdığı ve birçok görüşü paylaştığı bir arkadaşı.)
Bu iki siyasi hareketten birbirine geçiş oluyor. Dağa çıkmış bir insan bir süre sonra dağı terk ederek “yasal alan”da mücadeleyi tercih edebiliyor. Bir kesim, yakalandığı için hapis yatıyor ve “yasal alan”a dönüyor. Tersi de oluyor: Özellikle gençler, “yasal alan”da karşılaşılan haksızlıklara tepki içinde, dağı bir seçenek olarak görebiliyorlar. 

Devlet ne yapacak?
Kürt hareketinin şiddetten arınması ve PKK’nın silahları bırakması noktasında net bir devlet iradesi var. MİT-PKK görüşmeleri, bu iradenin geldiği noktanın ürünlerinden ve göstergelerinden biri.
Eğer amaçlanan Kürt hareketinin silah bırakıp yasal alana dönmesiyse, yasal alana geçiş yapmaya çalışan, eline silah almamış siyasetçileri tutuklamanın mantığı nedir? Örneğin, eline silah almamış bir belediye başkanını sırf telefon konuşmasından yola çıkarak tutuklamak, sorgusuz sualsiz hapiste tutmak, kendi diliyle savunma yapma hakkından yoksun bırakmak, “devlet aklı” açısından nasıl bir çerçeveye oturtulabilir?
 “Onlar PKK’lilerden talimat alıyor” diye düşünüyor olabilirsiniz. Böyle geçiş dönemlerinde illegal örgütler yasal alanı kontrol altında tutmak için değişik yollara başvururlar. Bir örgütün “illegalite”yi terk etmesi zaman alır. (İllegal örgüt deneyiminin ne demek olduğunu bilen birisi olarak bunları söylüyorum.)
Bir söz de PKK’lilere;
Bunların hiçbirisi sizin şiddet eylemlerinize gerekçe oluşturamaz.