'Emperyal Türkiye' sevdalılarından nizam-ı âlem hülyasıyla kendinden geçen muhafazakârlara geniş bir koalisyon söz konusu.


İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yaklaşık üç haftadır Irak Kürdistanı’nda PJAK’a karşı askeri operasyon yürüttüğü biliniyor. PKK’nın Irak’taki üssü Kandil Dağı da Irak’ın İran sınırı yakınlarında. Dolayısıyla İran’ın PJAK operasyonu PKK’yı da yakından ilgilendiriyor.

Murat Karayılan’ın İran sınırına yakın yerlerden PJAK’ın çekildiğini ve artık o bölgede PKK’nın olacağını açıklaması da bunu gösteriyor. Karayılan’a göre İran’ın operasyonu ABD destekli ve amacı ‘Kandil’i işgal etmek’.

Bu gelişmenin üzerine gelen ve hâlâ tam doğrulanamayan Karayılan’ın İran tarafından yakalandığı haberleri bu çerçevede yer alıyor. Suriye’ye bir müdahale ihtimali konuşulurken Esad’ın en büyük müttefiki İran yönetiminin, Irak Kürdistanı’nda önce PJAK sonra PKK’ya yönelik saldırılarda bulunması ve bu saldırıların ABD destekli olduğunun iddia edilmesi bölgenin karışık yapısını sergiliyor.

Düne kadar vizeler kaldırılır, Suriye’yle dostluk pekiştirilip düşman çatlatılırken bugün Suriye ‘iç meselemiz’. Dış basında Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edebileceğinden biraz da “Hadi aslanım” tonunda bahsediliyor. Muhafazakâr basının bazı isimleri, Suriye’yi özgürleştiren bir Türk ordusunu belli ki gözyaşları içinde kaleme aldıkları yazılarla düşlüyor. Suriye’yi iç iş olarak değerlendirip bunu açıkça beyan etmek acemilik ya da diplomatik cehaletle açıklanacak bir hal değil. Gayet hesaplı bir ‘Osmanlı Milletler Topluluğu’ arzusunun dışavurumu. Yükselen bölgesel güç gibi başka isimlerle anılsa da amacın Ortadoğu’nun liderliği olduğu aşikâr. Bu hedefin ağzını sulandıracağı kitleyse çok geniş. Kovboyculuk oynamayı seven ‘emperyal Türkiye’ sevdalılarından nizam-ı âlem hülyasıyla kendinden geçen muhafazakârlara geniş bir koalisyon söz konusu. Ortadoğu bu kadar karışmışken iktidarın bu ‘bakiye’, ‘iç işimiz’ gibi ifadeleri kullanmaması beklenir. Siz birilerini iç işiniz gibi görürseniz, başkalarının da sizi iç işi gibi görmesine itiraz edemezsiniz.

Bu Osmanlı söyleminin uygulamaya ne şekilde yansıyacağı henüz belirsiz. Söylem haricinde şu ana kadar hükümetin Suriye’ye yönelik politikalarındaysa çok büyük bir terslik yok.

Eskiden canciğer kuzu sarması olduğu diktatörün, kantarın topuzunu bir hayli kaçırması neticesinde Türkiye’nin Esad’ı reform konusunda teşvik etmesinde bir sorun yok. Hatta ileride bazı ekonomik ve siyasi tedbirler alarak Suriye yönetimini sıkıştırması da beklenebilir. Bunlar uluslararası hukuk içerisinde ve gayet meşru araçlardır.

Suriye’deki katliamın büyümesi halinde BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı uluslararası hukuka uygun bir müdahale kararı da imkânsız değil. Şayet katliam o boyuta gelirse, Türkiye’nin ne yapacağı önemli. Çokuluslu gücün kompozisyonundan yetkilerine, muhtemel bir geçiş dönemi idaresinden Türkiye topraklarının kullanılmasına kadar birçok soru belirecek.

İşler o raddeye varırsa, Türkiye bunu ‘bakiye’ muhabbetiyle küçük bir ‘emperyal’ denemeye fırsat mı bilecek? Çokuluslu güç ABD ekseninde şekillenirse taşeron mu olacak? Yoksa nispeten tarafsız bir çokuluslu gücün siyasi geçiş dönemini kolaylaştırması için mi çabalayacak?

Bu soruların cevaplarını ararken İran yönetiminin Esad’ın gidişine vereceği tepkinin boyutunu ve Suriye, Irak, İran ve Türkiye’deki Kürt hareketinin alacağı tavrı da unutmamak gerek. Velhasıl, işler karışık. Gerçi buralarda işler hep karışık.